14 Ocak 2011 Cuma

Ev Oturması


Küçükken anne ve babalarımız ile ev oturmalarına giderdik.
Özellikle de uzun kış gecelerinde.
Sobanın yaygın olduğu zamanlarda herkes tek odaya doluşur,
eğer şansa oda büyükse herkes kendine göre bir köşede küme olurdu.
Anneler babalar ayrı köşede sohbette,
küçükler ayrı bir köşede ya oyunda ya da derste.
O da küçükse ilk başta herkes beraber oturmaya niyetlenir,
zaman biraz geçince erkekler sigara içmek için,
çocuklar fazla gürültü yaptıkları için başka odaya gönderilirdi.
Sıcak oda daha küçüklere ve annelere kalırdı.
Eskiden öyle şimdi ki gibi protokol kuralları yoktu.
Eğer evde canın sıkıldıysa, çocuklar yaramazlık yaptıysa
 çare olarak aklına komşu gelirdi.
Öyle telefon açayım, günler öncesinden haber vereyim yoktu.
Çat kapı akşamın bir saatinde çıkıp gidebilirdin.
Komşunun ışığının yanıyor olması evde olduğunu gösterirdi.
Gittiğin evler mütevazı, kendi halinde her daim derli toplu olurdu.
Demlenen sıcacık çayın yanında çoğu zaman ya patlamış mısır
ya petibör bisküvi ya da evin annesinin alüminyum fırın tepsisinde
kendi el ayarı ile tutturduğu keki olurdu.
Kah gülerek, kah bağrış çağrış ile anneler günlerdir elinde olan el işlerini bitirir.
Çocuklar eksik ödevlerini tamamlar veya ‘isim şehir’ ile puanlarını hesaplarlardı.
Çocuğu sabahçı olanlar biraz daha erken kalkmaya yeltenince,
 eli yarım kalanlar annesinin gözünün içine bakardı biraz daha diye.
Sonra soba söner, çoğu zaman evin babası kahveden gelir,
çocuklar oraya buraya başını koymaya başladı mı
anlaşılırdı ki eve gitme vakti gelmiş.
Yarın akşam başka bir komşuda toplanma sözleri ile herkes tek tek evlere dağılır,
bir akşam daha böylece bitip giderdi.