24 Ağustos 2011 Çarşamba

Gidenler

Gidenler ne çabuk unutuluyorlar...
Gidenler ne çabuk alışıyorlar, gittikleri yerlere.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Şükür

Gecenin bir yarısı bana yabancı bir şehirde, yabancı bir karanlıkta,
eve dönüş için son otobüse yetişme telaşındayız.
Ondan bir önceki otobüsü bazı aksaklıklar yüzünden kıl payı kaçırdık.
Grubun geri kalanı kaçırılan otobüse yetişemeyen diğer grubu suçluyor,
ben fazla yorum yapmıyorum, birkaç teselli cümlesi kuruyorum sadece.
Ama sinirliyim...
Gecenin bir yarısı, bilmediğim bir şehrin karanlığında olmanın tedirginliği
var üstümde. Bir an önce eve gitmek istiyorum.
Akşam sekiz gibi hayatın bittiği küçük bir yerden gelmiş benim için,
bu saatte dışarıda olmak pek alışılmış bir şey değil.
Nihayet merakla beklediğimiz yarım saat geçiyor ve otobüsün kalkış saati geliyor.
İlk duraktan sadece bizim grup biniyor.
Yol uzun...
Ben gecenin karanlığında sokak lambalarının aydınlattığı evleri,
sokakları izliyorum pencereden.
Sonra bir bina fark ediyorum.
Diğerlerine göre daha aydınlık, içerinin tüm ışıkları yanıyor ve
diğerlerine göre daha kalabalık bahçesi.
Burada sanki zaman kaybolmuş gibi, günün herhangi bir saati yaşanır gibi.
Canlı bir kalabalık var bahçesinde.
Tabela var üstünden okuyorum, hastaneymiş.
Sonra sesli düşünüyorum gecenin bir yarısı bunun içinde dışarıda
olabilirdim, olabilirdik diyorum yanımdakilere.
Sonra, biri diyor ki;
orası bir çocuk hastanesi biliyor musun?
Ve o hastanenin bahçesi gece yarısı bile satıcılarla dolu olur.
Gecenin bir yarısı dayanılmaz ağrıları olan çocukları oyalamak için,  
oyuncak, şeker satan satıcılar olur hep bahçesinde,
onlarda gitmezler.
Nöbet tutarlar anne ve babalarıyla bu hastane bahçesinde...

16 Ağustos 2011 Salı

Yalancı

Hani ben böyle unuttum diye kendimle övünüp duruyorum ya,
oysa sen, hiç olmadık zamanlarda, hiç olmadık şeylerle hatırlatıyorsun ya
kendini o zaman nasılda yalancı çıkarıyorsun beni.

Takvim Yaprakları

Değişen tek şey gün ve ay isimleri oluyor.
Geri kalan her şey aynı hayatımızda...
Dakikası dakikasına, saati saatine aynı,
planlanmış kurgulanmış gibi her şey...

12 Ağustos 2011 Cuma

Söz Hakkı

Ben her şeyi canıma bıraktım...
O isteyince konuşuyorum, isteyince susuyorum,
o isteyince gülüyorum.
  

5 Ağustos 2011 Cuma

Güzel Şeyler Hatırlanmalı

Günlerden Cuma...
Tipik bir iş günü, masamda oturmuş bazen çalışıyor bazen karşı pencerede ki manzaraya dalıp gidiyorum kim bilir kaçıncı defadır.
Hava biraz kapalı mı ne?
Ama sadece benim olduğum taraf böyle sanki, karşı mahallede güneş var 
orası daha bir parlak.
Bu insanlar, bu arabalar nereye gidiyor böyle acele acele?
Onların yerine ben bunalıyorum dışarıdaki güneşi ve sıcaklığı düşününce...
Bir yandan çalışıyorum bir yandan da her şeyi ama her şeyi düşünüyorum
kafamda tek tek. Konudan konuya, olaydan olaya atlıyorum.
Sanki ezber yapar gibi unutmamam gereken şeyler gibi bir bir hepsini zihnimde tekrarlıyorum.
Kim bilir belki de hiç birini unutmaya kıyamıyorumdur.
Mesela bana yabancı insanların arasında yabancı bir şehrin otogarında,
yanıma oturan yine benim gibi yabancı bir kız çocuğu ile oynadığım oyunu,
konuşmalarımızı nasıl unutabilirim.
Kendi otobüs saatleri gelince bana iyi yolculuklar dileyen, tebessüm eden
annesini ve arkasından baktığım o kız çocuğunu...
Ya da bu sıcakta yarısına kadar su dolu kovaya koyduğu,
aslında kendisinin olan ördek yavrusunu babasına doğum günü hediyesi
olarak götürmeye çalışan, sık sık  ‘babam bu sürprize çok sevinecek
demi anne’ diye soran kız çocuğunu nasıl unutabilirim.  

4 Ağustos 2011 Perşembe

Anneanne Biz Geldik


Şimdi yaşadığım bu şehre geldiğimizde kimseyi tanımıyorduk...
Köyümüzden birkaç eski komşu ve tanıdık dışında hiç kimseyi.
Onlarda sadece anne ve babamıza tanıdıktı biz çocuklara ise yine yabancı...
Birçoğunu ilk defa görüyorduk.
Beklide ilk defa o yaşlarımda amca, hala dışında komşunun ne
demek olduğunu öğrenmiştim.
Etrafımızdakiler bize sadece komşuydu o kadar...
O zamanlar anneannem bize bir veya bir buçuk saatlik bir mesafede başka
bir yerde otururdu.
Annem sık sık bizleri de yanına alırdı ve O’nu ziyarete giderdik.
O zamanlar anneannemim evinde telefon yoktu.
Çoğu zaman habersiz giderdik ama hep evde bulurduk onu.
Bahçeli evinin merdivenlerinde asma ağacının altında oturur olurdu hep.
Bizi görünce önce bir şaşkınlık, sonra bir gülümseme olurdu yüzünde.     
Ben bu yolculuklarda çok yorulmuş oldurdum ve ilk gittiğim saatlerde bir
divanda sessiz sessiz oturur, kendime gelmeye çalışırdım.
O sırada yapılan sohbetleri kaçırırdım ama içerde de anneannemin sayısız
kere gördüğüm o büfesine, büfenin içindeki sayısız biblo, resim,
değişik desenli tabak ve fincanlarına, duvarda asılı gurbetteki
dayı çocuklarının resimlerine, elişi çeşitli desenli divan yastıklarına,
halılara dalar gider çoğu zaman da o divanın üzerinden uyurdum.
Sonra kendiliğimden uyanır, sohbete kaldığı yerden dâhil olmaya çalışırdım.
Eğer gittiğimiz gün mahalle pazarı ise bahçe duvarından geleni gideni izler,
değil ise yine bahçe duvarında dayılarımın gelmesini beklerdim içimde
bir heyecanla...