18 Ağustos 2011 Perşembe

Şükür

Gecenin bir yarısı bana yabancı bir şehirde, yabancı bir karanlıkta,
eve dönüş için son otobüse yetişme telaşındayız.
Ondan bir önceki otobüsü bazı aksaklıklar yüzünden kıl payı kaçırdık.
Grubun geri kalanı kaçırılan otobüse yetişemeyen diğer grubu suçluyor,
ben fazla yorum yapmıyorum, birkaç teselli cümlesi kuruyorum sadece.
Ama sinirliyim...
Gecenin bir yarısı, bilmediğim bir şehrin karanlığında olmanın tedirginliği
var üstümde. Bir an önce eve gitmek istiyorum.
Akşam sekiz gibi hayatın bittiği küçük bir yerden gelmiş benim için,
bu saatte dışarıda olmak pek alışılmış bir şey değil.
Nihayet merakla beklediğimiz yarım saat geçiyor ve otobüsün kalkış saati geliyor.
İlk duraktan sadece bizim grup biniyor.
Yol uzun...
Ben gecenin karanlığında sokak lambalarının aydınlattığı evleri,
sokakları izliyorum pencereden.
Sonra bir bina fark ediyorum.
Diğerlerine göre daha aydınlık, içerinin tüm ışıkları yanıyor ve
diğerlerine göre daha kalabalık bahçesi.
Burada sanki zaman kaybolmuş gibi, günün herhangi bir saati yaşanır gibi.
Canlı bir kalabalık var bahçesinde.
Tabela var üstünden okuyorum, hastaneymiş.
Sonra sesli düşünüyorum gecenin bir yarısı bunun içinde dışarıda
olabilirdim, olabilirdik diyorum yanımdakilere.
Sonra, biri diyor ki;
orası bir çocuk hastanesi biliyor musun?
Ve o hastanenin bahçesi gece yarısı bile satıcılarla dolu olur.
Gecenin bir yarısı dayanılmaz ağrıları olan çocukları oyalamak için,  
oyuncak, şeker satan satıcılar olur hep bahçesinde,
onlarda gitmezler.
Nöbet tutarlar anne ve babalarıyla bu hastane bahçesinde...