26 Ocak 2012 Perşembe

İki Kapılı Han

Bazen etrafımda ki yaşlı insanların konuşmalarına, yürümelerine, beyaz saçlarına,
bembeyaz ellerine daha bir dikkatli bakıyorum.
Sonra gençliklerini düşünüyorum...
Karşımda duran insanların bir zamanlar nasıl göründüklerini tahmin etmeye çalışıyorum.
Boyları, endamları, şimdi bembeyaz olan o saçları ne renkti mesela.
Şimdide zar zor gören o gözleri, siyah mıydı?
Herkesi hayran mı bırakırdı kendine?
Yürümekte zorlanan, durup durup dinlenen yaşlı amca,
 bir zamanlar taşı sıksa suyunu çıkarırdı belki.
Tarlasında saatlerde çalışır, yorgunluk nedir bilmezdi.
Salınıp gezer, bastığı yeri inletirdi.
Şimdi çorbasını bile zor yiyen yaşlı teyze,
o elleriyle kim bilir ne güzel danteller örmüştü,
yakını bile zor seçen o gözleriyle renk renk nakışlar işlemişti belki.
Köyün en hamarat kızıydı belki,
belki bir öğretmendi yüzlerce öğrenci yetiştirdi.
Hepsine tek tek okuma yazma öğretti.
Belki bir zamanlar hem çalışıyordu,
hem evine, hem de çocuklarına yetişiyordu.
Cıvıl cıvıl yerinde duramayan genç bir kızdı belki,
hayatının henüz başındaydı.
Yaşlanmak, elden ayaktan düşmek çok uzaktı O’na...
Şimdi ise başkasının yardımı olmadan birçok işini yapamaz halde.
Şimdi dünyadan elini eteğini çekmiş,
elinde kalan tek hazinesi anıları, yolunu gözlediği güzel yüzlü torunu.
Biliyor ki şimdi büyüme sırası onda...