13 Eylül 2012 Perşembe

Kime Niyet Kime Kısmet

Günler süren yolculukla, kilometrelerce yol gidip,
sabahın erken saatlerinde küçük bir kasabaya varıyoruz.
Odun ateşinde pişen köy ekmekleri ile kahvaltı yapıyoruz.
Günler öncesinden hazırlanıp, kışlık diye saklanan ama bir yaz günü
bize de yemek kısmet olan kuş burnu pekmezini de katık yaparak.
Dağların tepesinde, çam ağaçlarının arasında, sislerin gölgesinde ki
köylere çıkıp, dallar arasında saklanmış böğürtlenlerden avuç avuç yiyoruz.
Dallarında kalmış, henüz kimsenin görmediği elmalardan bizde payımıza düşeni topluyoruz.
Taneleri henüz yeni olmaya başlamış mısırları topluyoruz, mısır tarlalarının içinde gezerek.
Bir tarlanın ortasında tek başına kalmış ağaçtan kızılcık topluyoruz.
Sanki o bir metrecik boyu ile bizim için kızılcık vermiş gibi.
Kıpkırmızı süsleri ile hiç olmadık ve beklenmedik bir anda karşımıza çıkıyor.
Yine bizim gibi birkaç günlüğüne kilometrelerce yol gelen insanlarla tanışıyoruz,
sohbet ediyoruz.
Gecenin bir saatinde yorucu bir gün ve yolculuğun ardından, açık bulabildiğimiz
bir köy kahvesinde son çayları da biz içiyoruz.
Henüz çocuk yaştaki çalışan, bu kadar müşteriyi tek başına ağırlamanın telaşında...
Kapının önünde ki bisikleti son müşterileri de göndermesini bekliyor.
Biz, plansız ve tamamen kendiliğinden gelişen bir gezi hiç aklımızda olmayan yerlere gidiyoruz.
Kendimizden izler bırakıyoruz kısa süreliğine de olsa.
Bazen bir köy kahvesinde sandalye de,
bazen birkaç saatliğine misafir olduğumuz evin mutfağında,
bazen bir tarlada,
bazen de bir elma ağacığın dallarında.
bazen de ellerimizi yıkadığımız köy çeşmesinde...