Ortaokul yıllarımda yılbaşı yaklaştımı kırtasiyelere, okul önlerine
yılbaşı kartlarının satıldığı özel raflar konulurdu.
Kartlar küme küme dizilir, okuldan yeni çıkmış çocuklar
bağrış çağrış önünde toplanır,
heyecanla inceler, boylarının ulaştığı kadar yükseğe
uzanır en yukarıdaki en güzelini seçmeye çalışırlardı.
Olurda başka bir kırtasiyeden en güzelini alan olursa
hemen nerden alındığı sorulur ve o
kırtasiyeye gidilir aynı sahne orda da tekrarlanırdı.
Renk renk üstünde simleri, hemen hepsinde mutlaka bacası tüten,
lambaları ışıl ışıl yanan bir kulübe ve Noel Baba’nın olduğu kartlar alınır,
aceleyle incelenir, arkadaşının kartıyla karşılaştırılırdı.
Bende kırtasiyeye her yolum düştükçe önlerinde dikilir dakikalarca bakar inceler,
tabi ki en simlisini, en güzel manzarası olanı seçerdim.
Aldığım o kartları birine gönderip göndermediğimi pek hatırlamıyorum.
Sadece kitaplarımın sayfalarının arasına koyduğumu,
daha sonra sayfa aralarında bıraktığı simleri hatırlıyorum o kadar.
Simleri dökülünce üzülürdüm, o zaman sanki yılbaşı kartı değil de
sıradan bir resim olurdu, çünkü sim demek yılbaşı demekti.