30 Aralık 2011 Cuma

Tamamen İçgüdüsel

Şehrin ortasında, evlerden birinin bahçesinde beslenen bir horoz düşünün...
İşte bu sözünü ettiğim zavallı horoz sabah erkenden başlıyor ötmeye.
Araç gürültüleri, uzaktan gelen ambulans sirenleri ve apartmanlar arasında
nasılda tezat duruyor aslında değil mi?
Onun öttüğü sabahlarda insanların birçoğu son model telefonlarında çalan
son zamanların modası melodilerle çoktan uyanmış oluyorlar,
birçoğu da yine son model telefonlarının alarmına güvenerek daha derin uykularda.
Zavallı horozun yarım yamalak ötüşünü duyan bile yok

29 Aralık 2011 Perşembe

Gurur

Para, para, para...
Para olmayınca insan gururda yapamıyor,
çekip kapıyı çıkamıyor...

27 Aralık 2011 Salı

Aile Bağları

Sobalı evlerde tüm aile sobanın yandığı odada veya salonda oturur,
herkes mecburen bir arada vakit geçirirdi.
Dersler orada yapılır, televizyon izlenir, yemek sobanın başında yenilirdi.
Küçük bebek beşiğinde o odada uyutulur.
Sık sık gürültü yapılan çocuklar uyarılırdı.
O çocuk seslerinin, televizyonun gürültüsünün içinde
babaanne veya dede orda namaz kılmaya çalışır,
her selamda çocukların yüzüne dik dik bakardı...
Kışın misafir bile orda ağırlanır, çamaşırlar sobanın demirinde kurutulur,
öğrenciler mendillerini ve beyaz, kenarları sararmış yakalıklarını soba borusunda ütülerdi.
Bazen sobanın üzerinden kestane pişirilir, bazen mısır patlatılırdı.
Sobanın üzerinde kaynayan sudan çaylar demlenir, hep beraber içilir,
televizyon kanalları tek tek dolaşılarak herkesin izleyebileceği bir film aranır.
Kumanda evin büyüğünde dururdu.
Şimdi günümüzde kalorifer ile ısınan evlerde herkesin aynı odada olması çok zor.
Anne mutfakta bulaşık yıkarken veya yemek yaparken bir yandan da televizyon izliyor.
Baba salonda daha büyük televizyonda maç izliyor,
çocuklar kendi odalarında ya dizi izliyor, ya da bilgisayar başında.
Bebek evin en kuytu ve sessiz odasında uyuyor...
Akşamlar evde ki o kısıtlı zamanlarda bir yabancı gibi ayrı odalarda geçiriliyor.

26 Aralık 2011 Pazartesi

İlk Kar

                                                                 Foto; Netten

Kısmette bu senenin ilk kar yağışında yürümekte varmış...
Bu kar yağışı hafta içine gelseydi ve ben işyerindeki masamdan izlemek
zorunda kalsaydım çok üzülürdüm doğrusu.

23 Aralık 2011 Cuma

Yürümek


                                                                            Foto

Bir gün, güneşin ufka değdiği yere kadar yürümek gerek...

22 Aralık 2011 Perşembe

Sobanın Arkası

Sobalı evlerde yaşamış olanlar bilir,
evin en güzel ve en iyi ısınan yeri sobanın arkasıdır.
Özellikle soğuk, karlı kış günlerinde...
Ben ortaokulda okurken bir dönem tam gün gidiyordum okula.
Öğleden sonra saat üç buçuk gibi okuldan çıkar eve gelirdim.
Özellikle kış günlerdi yolda gelirken çok üşümüş olurdum ve
gelir gelmez üstümü değiştirir,
hemen sobanın arkasında ki yerime otururdum.
Orası o kadar sıcak olurdu ki günün geri kalan kısmında yemeğimi orada yer,
ders çalışır, kitap okurdum...
O zamanlar seronomi haline getirdiğim bir diğer şey ise,
evimize düzenli olarak, günlük alınan gazeteyi okumak ve bulmacasını çözmekti.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Beni Ben Bilirim

İnsanı en iyi kendi anlar, en iyi kendi bilir.
İçinde gizli saklı kalan, kuytulara sakladığı sırları en iyi kendi bilir.
En iyi kendine itiraf eder, pişmanlıklarını, korkularını...
En iyi kendi bilir içindeki yaraları.
Yine en iyi kendi iyileştirir kendini,
derman olur kendine...

20 Aralık 2011 Salı

Penceremden Canlı Anlatım

Bu saatler akşamüzeri burda...
Hava yavaş yavaş kararmaya başladı.
Güneşin son ışıkları karşıdaki fabrikanın duvarını aydınlatır.
Benim olduğum taraf daha gölge ve karanlık.
Hava bulutlu, bazı yerlerde daha gri bulutlar var.
Bunları yazarken güneşin son ışıkları fabrikanın duvarlarında değil artık.
Daha yüksekleri, karşı dağdaki evlerin pencerelerini aydınlatıyor şimdi.
Yoldaki trafik daha bir sıklaştı sanki...
Bu saatlerde bazı fabrikalarda vardiyalar bitti bile,
trafikte servisler daha çok sanki.
Ortalık sessizleşti, arabaların gürültüleri daha çok duyuluyor.
Her zaman martıların, serçelerin, güvercinlerin
sıra sıra dizili olduğu elektrik direkleri boş.
Ben yazıyı tamamlayana kadar hava iyice karardı,
sokak lambaları, evlerin ışıkları yandı
Bu saatler herkesin evine gitme saatleri...

Yüreğimin Yarısı

Yüreğimin bir yarısı hep çocuk kalmak istiyor...
Diğer yarısı büyümek, hep daha güçlü olmak istiyor.
Yüreğimin bir yarısı hep geçmişte, güzel günlerde,
hep orda kalmak istiyor...
Diğer yarısı geleceğe,daha güzel günlere yürümek istiyor.
Yüreğimin bir yarısı hep ümitsiz, karamsar...
Diğer yarısı hep en iyisini düşünüyor, yarınlara umutla bakıyor...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Mutluluk

Anlık mutluluklarımızın, sevinçlerimiz, heveslerimizin hiç biri uzun süre kalıcı olamıyor.
Hayatın getirdikleri ve bizim ondan beklediklerimiz zamanın şartlarına göre
sürekli değişiyor.
Bugün bizi çok çok mutlu eden bir şey,
bir gün sonra sıkıntı verebiliyor ya da sıradan bir olay olabiliyor.
Çok beğenerek aldığımız kazağın heyecanı bir sonrakini görene kadar devam ediyor.
Ya da gömleğimizin rengi solana kadar
ya da aynı çantayı başka birinde görene kadar,
çok beğenerek aldığımız tişörtümüz küçülene kadar...
Böyle devam ediyor anlık mutluluklarımız.
Sonra biz kalıyoruz boşluklar içinde.   

Ruhumda Hüzün Var

Yeni bir hafta...
Bir yanda sonbahar yağmuru, bir yanda sararmış yapraklar,
bir yanda sonbahar hüznü...  

16 Aralık 2011 Cuma

Öğrendim

Sensiz günlerde yaşamayı öğrendim yavaş yavaş...

Şarkı

İnsanın hayatında bir tane şarkısı olmalı ...
Ara ara diline dolanan, hiç olmadık zamanlarda aklına gelen bir şarkısı.
Bazen sözlerini karıştırdığı, yarım yamalak hatırladığı,
bazen efkârlı, bazen neşeli söylediği
ama sözlerinde kendini bulduğu bir şarkısı...

Sabah Oldu

                                                                 Foto: Reuters


Yeni bir gün, yeni bir umut...
Kimi okuluna gitti, kimi işine, kimi hala uyuyor...
Kiminde sınav, kiminde yeni bir iş heyecanı,
kiminde evde olmanın sıkıntısı.
Kimi hastane yollarında,
kimi pazarda tezgâhını,
kimi dükkânını açıyor.
Kimi ekmeğinin derdinde.
Kimi yolculuğu çıkıyor,
kimi eve dönüş heyecanında.
Kimi önemli kararlar arifesinde,
kimi bu yeni güne ümit bağladı.
Bir yerlerde sabah oldu...
Herkes yeni bir umut peşinde.

15 Aralık 2011 Perşembe

Pembe Panter



Çocukken köydeki diğer çocukların aksine
benim birkaç tane oyuncağım vardı.
Bunlardan bir tanesi de Pembe Panter oyuncağımdı.
Onu türlü muziplikler için kullanır,
elimden düşürmezdim.
Çok sonra televizyonla tanışınca,
bu defa kendisini kanlı canlı birebir ekranda görünce
daha çok sever olmuştum.
Köyden taşındığımız ilk yıllarda, henüz ilkokula giderken
sabahları erkenden kalkar,
önce Pembe Panter çizgi filmini izler,
daha sonra okula gitmek için hazırlanırdım.
Aslında o çizgi filmin gitmesini hiç istemezdim.
Çünkü filmin bitmesi demek benim okul saatimin gelmesi demekti,
ve ben okula gitmek istemezdim...
Yalnız yürüdüm okul yollarında ise Pembe Panter bana arkadaş olurdu.
Ben o yolları, bilmediğim sokakları onunla beraber yürürdüm...

Merak



Dün otobüs durağında minicik ayakkabısını düşüren, minicik ayaklı bebek...
Çok merak ediyorum o ayakkabını bulabildin mi acaba.
Bugün baktım, dün olurda geri gelir ararsınız diye koyduğumuz yerde yoktu
o minicik ayakkabın.
Kim bilir belki yine senin minik ayağındadır o ayakkabı... 

14 Aralık 2011 Çarşamba

Kitap

İlk okuduğum kitaplar birçok kişi gibi Cin Ali serisinden kitaplardı.
Okumayı öğrenince öğretmenimiz söylemiş,
babam da hemen ertesi gün ilçeden alıp getirmişti.
Babamın onları getirdiği gün hala aklımdadır.
Uzun bir süre çok severek okumuştum...
Ama bir zaman sonra bana yetmemeye başlamışlardı.
Ders kitaplarımda ise sadece çizgiler vardı.
Ama abilerimin kitapları daha ilginçti, kısa kısa hikâyeler, şiirler,
resimler vardı sayfalarında.
Onları okumak daha güzeldi.
Sonra biraz daha büyüyünce ders kitapları da yetmez olmuştu.
Bu defa abilerim bana sadece hikâye, roman kitapları,
ben de ilkokuldaki küçük kitap dolabımızdan kitaplar almaya başlamıştım.
Ortaokulda ve lisenin ilk yıllarında ise birçok klasiği bitirmiştim.
Lisede son yılda, hem dersler, hem staj, hem sınav hazırlığı sırasında
kitap okuyamaz olmuştum.
Üniversitede ise kütüphaneden aldığım kitapları,
eve gidemediğim hafta sonlarında okur,
onlarla oyalanırdım.
Şimdilerde ise çok fazla okuduğum söylenemez,
hatta eski ile karşılaştırıldığında hiç okumuyorum bile denilebilir.
Ama ara sıra eski bir arkadaşla karşılaşıp da, eskilerden söz eder gibi
en sevdiğim kitapları ara ara elime alıp,
aklımda kalan sayfalarından en sevdiğim bölümleri okuyorum...
O kadar.

Dağınıklık İçinde Bir Düzen

Ben doğal olmayan bir düzeni sevmiyorum.
Mesela çalışma masamın haddinden fazla derli toplu olmasını,
yada oturduğum odanın çok fazla düzenli olması sıkıyor beni,
rahatsız ediyor.
Bana göre o mekânlar yaşamıyor.
Ben o evde, odada veya çalışma masasında insanların bıraktığı izleri seviyorum.
Masada klavyenin hemen yanında duran bardağımı
veya konuşup da kapattığım yamuk duran telefonumu
bilerek düzeltmiyorum mesela, o izleri silmek istemiyorum.
Mesela bahçeme belirli bir düzenle bir şeyleri ekmeyi sevmiyorum.
Tek bir çizgide, bakınca bir düzen içinde olsunlar diye uğraşmıyorum.
Bu bana doğal ve sıcak gelmiyor çünkü.
Bilerek hiç alakasız yerlere, hiç alakasız şeyler ekiyorum.
böylesi ise çok daha doğal ve sıradan geliyor.

13 Aralık 2011 Salı

Yarım Yamalak

Sana söylemek istediğim sözleri, zamanında yarım bırakmamış olsaydım
şimdi bu kadar pişmanlık duymayacaktım.

Duvar

                                                            Foto: Atlas Dergisi
Bu katı, kendimden emin duruşuma, sabrıma aldananlar ne kadar da
güçlü olduğumu düşünüyor.
Oysa kalın duvarlar ördüm, kimse içimi bilmiyor...

Hayal Kırıklığı

Köyümden bu kadar söz etmeme,
onu çok özlememe rağmen bir kere bile gitmedim görmeye bir kere...
Yıllar evvel çıktım,
bir daha da hiç gitmedim.
Gidersem gelemem diye korktum,
bir daha ayrılamam diye...
Yıllar sonra bir özlemle gidip, hayal kırıklıklarıyla dönenlerden korktum...
Yüzlerindeki o ifadeden bir de...
Ve galiba en önemlisi hayal kırıklığından korktum.
Belki de bu yazımda anlattığım gerçeklerle yüzleşmekten. 

12 Aralık 2011 Pazartesi

Her Şey Aynı

Uzun yıllardan sonra ilk defa okulumun önünden geçtim.
Hem de aynı akşam karanlığında...
Okulun tüm ışıkları yanıyordu, karanlık mahalleye inat her sınıfı ışıl ışıldı.
Ben o yıllarda okula öğlen gider, akşam karanlığında çıkardım.
Son teneffüsten sonra hava henüz aydınlıkken girdiğimiz okulumuzdan,
son dersle beraber karanlıkta çıkardık.
Biz henüz sınıftayken son dersin bıkkınlığı ve sabırsızlığı varken,
evlerin ışıkları tek tek yanmaya, sokak lambaları köşe başlarını aydınlatmaya başlardı.
Biz son ders zili ile beraber sınıftan çıkar,
loş koridorlarda ve merdivenlerden düşmeden inmeye çalışır,
karanlık bahçeye ve bir o kadar sokağa çıkar belediye otobüsünün gelmesini beklerdik.
Özellikle kış günlerinde o saatler geçmez bilmez,
evi yakın olanlar veya yürüyerek gidenler tek tek azalır,
o karanlık, soba dumanı kokan sokakta tek sokak lambasının altında
biz otobüsü bekleyen birkaç kişi kalırdık
Çoğu zaman otobüsü beklerken okulun yanındaki tek
ama her zaman açık kırtasiyeden eksiklerimizi alır,
orda oyalanırdık.
İşte o zamanlar o saatte açık olan,
tek katlı, her zaman lambaları ışıl ışıl yanan kırtasiye yıllar geçmiş hala orda duruyordu.
Lambaları yine ışıl ışıldı...
O karanlık sokaklar,
o evler,
her önünden geçtiğimizde arkadaşımın korkarak yolunu değiştirdiği
o eski ahşap, ıssız ev...
Her şey aynıydı.
Sadece o sokak lambasının altında otobüs bekleyen öğrenciler yoktu.


8 Aralık 2011 Perşembe

Fırın

Köyde kadınlar ekmeklerini evlerde yaparlardı.
Dışarıdan ekmek almak diye bir alışkanlık yoktu.
Çünkü ancak ilçede ekmek satılırdı ve her gün ilçeye gitmek zordu.
İlçeye gidildiğinde ise fırınlardan yükselen o dayanılmaz kokuya
insanlar kayıtsız kalamazdı ve o beyaz ‘şehir’ ekmeğini alırlardı.
Özellikle biz çocuklar sabırsızlıkla beklerdik o ekmeği...
Yazın ekmeği saklamak zor olduğu için günlük pişirilmeye özen gösterilirdi.
Kışın ise bir hafta yetecek kadar pişirilir ve bayatlamadan uzun süre saklanırdı.
Tek seferde bu kadar ekmeği pişirmek çok zor ve uğraş gerektiren bir işti.
Bu yüzden köyün kadınları özellikle yakın komşu ve akrabalar
bu işi imece usulü yaparlardı.
Ekmek köyde yalnızca birkaç evde bulunan büyük ekmek fırınlarda pişirilirdi.
Bu yüzden haftanın belirli günlerinde büyük fırın yakılır,
sabah erkenden hamurunu hazırlamış kadınlarda gelir, herkes sıraya girerdi.
Sırasını bekleyenler kendilerinden öncekilere yardım eder,
ya hamur açar, ya ekmeği pişirir, ya da fırına odun atar
ama illaki imecelik gereği bir iş yaparlardı.
Fırın eğer her yerin kar kaplı olduğu,
tipinin inceden inceye yağdığı bir günde yakılmışsa çok güzel olurdu.
Fırının olduğu oda sıcacık olur, odanın tavanındaki pencereden sızan loş ışıkta
etrafa uçuşan un taneleri süzülür, etrafa yeni pişmiş ekmek ve odun ateşinin kokusu yayılırdı.
Arada çaylar demlenir, ekmekler taze tereyağı ile yağlanır,
tazen peynirlerle sofralar kurulurdu.
Odun ateşinden patatesler pişirilirdi...
Sonra ekmek leğenleri tek tek boşalır,
herkesin hamuru biter,
etraf toplanır, silinir,
bir daha ki buluşmaya hazır bırakılırdı.

7 Aralık 2011 Çarşamba

En Az Beş Karakter

Günümüz internet ve teknoloji çağı malum.
Tüm işlemlerimiz,  haberleşmelerimiz, ödemelerimiz
bu teknolojinin getirmiş olduğu kolaylıklar sayesinde daha pratik ve çabuk.
Ama şu var ki daha stresli ve karışık da.
Özellikle bu işlemlerde kullanacağımız şifre belirleme işi:
Güvenli bir kullanım için dikkat edilmesi gereken noktalar
her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.
Mesela sık sık şifre değiştirmek, her yer için farklı bir şifre belirlemek,
şifreyi başkaları ile paylaşmamak, bir yere yazmamak...
Bu böyle uzar gider.
Ve tabi bunları yeri geldiğinde, doğru bir şekilde hatırlayabilmek...
İşte en önemlisi bu.
Bankamatik, kredi kartı, internet bankacılığı şifrelerimiz,
maillerimizin adresleri, şifreleri,
üye olduğumuz çeşitli formların şifreleri,
E-Devlet şifremiz...
Hemen hepsini ezberlememiz ve güvenlik açısından 
sık sık değiştirmemiz gerekiyor.
Artık hiç bir siteye kendimizi tanıtmadan,
sanalda olsa bir kimlik edinmeden,
şifre belirlemeden giremiyoruz.  

6 Aralık 2011 Salı

Geçmiş

Seni, hala dili geçmiş zamanlarda kullanamıyorum.

Akşam

Yine bir akşam hüznüne kapıldım gittim...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Korku

Gerçekleri düşünmekten korkar oldum...

Lamba Işığı

                                                              Foto; Netten


Güneş yavaş yavaş köyün üstünden çekilmeye başlayınca,
evlerde de akşam için hazırlıklar başlardı.
Gün boyu ya tarladaki işlere yada evin diğer işlerine dalıp giden ev kadınları
bu defa  bir yandan yemekleri pişirir, bir yandan soba yakar, süt sağardı...
Ve bunların içinde şüphesiz en önemli ve itina isteyen iş gaz lambasını temizlerdi.
Bir önceki gece boyunca yanan gaz lambasının camı isten kapkara olur,
 bir sonraki gün kullanılamaz hale gelirdi.
Evin annesi, her akşamüstü gün ışığının son kızıllığında
lambanın camını eline alır, dikkat ve itinayla yavaş yavaş silmeye başlardı.
Lambanın camını silmek önemli bir işti.
Öyle herkese emanet edilmezdi.
Camın is lekesini çıkarmak, parlatmak maharet ve sabır gerektirirdi.
Kadınlar kendince buldukları formülleri bir sır gibi
kulaktan kulağa fısıldarlar, hemen herkes bu kolay formülleri denerdi.
Lambaya o kadar önem verilir ve dikkat edilirdi ki
odanın en güzel duvarın asılır, hemen her odada lambayı asmak için
sağlam bir çivi bulunurdu.
Hatta kadınlar en güzel örtüleri örüp, süsleyip öyle asarlardı duvara.
Adeta tüm gece yanmasının ödülü gibi...
Özellikle uzun kış gecelerinde yemek yenilip, çay içildikten sonra herkes
yavaş yavaş lambanın etrafında toplanmaya başlardı.
Nakış yapan anne veya ders çalışan çocuk,
gözü daha az gören dede ışığa en yakın divana otururdu.
Odanın geri kalan kısmı biraz daha loş olur,
özellikle kireç badanalı duvarlar lamba ışığında ki gölge
oyunlarına perde olurdu.

30 Kasım 2011 Çarşamba

Kuyu

Bir konu hakkında yazacaksam, aklıma ilk gelen çocukluğumda ve
köyümde yaşadığım olaylar oluyor.
Şimdiyi anlatmak bana göre çok sıradan ve yalın,
ama çocukluğumu ve geçmişi anlatmak daha mistik ve ulaşılmaz geliyor.
Birde şu var ki çocukluğumu anlattığım için, haliyle olayları ve şartları
o zaman ki duruma göre anlatıyorum.
Mesela gaz lambası veya radyo diyorum çünkü
benim hatırladığım köyümde elektrik yoktu.
Elektrik veya su gelmiş, televizyon izlenen halini hiç bilmiyorum mesela.
Dolayısıyla da hiçbir anım yok.
Mesela biz henüz köydeyken evlerde su yoktu.
Köye biraz daha uzak bir yerde açılmış kuyular vardı ve
insanlar oradan getirirdi suyunu.
Hemen hemen her evin bir kuyusu vardı.
Bu ağır sorumluluğu üzerine almış kadınlar,
her gün yerine getirdikleri bu yükü daha eğlenceli kılmak için
hep beraber giderlerdi suya.
Daha yolda başlayan sohbetler, kuyu başlarında devam ederdi.
Uzun zamandır görüşemeyen komşular, akrabalarla hasret giderilir,
Bazen ayaküstü köyün başka mahallelerinden haberler alınırdı.
Sonra herkes suyunu alınca, yine toplu halde evlere dönülürdü.
Özellikle kış günleri, eve gelene kadar o suyun üstü yavaş yavaş
buz tutmaya bile başlardı.
Biz, özellikle kışın sabırsızlıkla annemin kuyudan gelmesini bekler,
suyun üstündeki o buzu almak için birbirimizle yarışırdık.

Beni Unutma

Şimdilerde bizim tanımadığımız, adını, sanını dahi duymadığımız,
nice şairler, müzisyenler, yazarlar, tarihçiler, doktorlar, kimyacılar,
profesörler, kendini topluma adamış insanlar yaşadı bir zamanlar.
Hangi hastalıklara çare buldular, kim bilir ne güzel şiirler,
romanlar yazdılar.
Ya da hangi savaşta nasıl kahramanlıklar gösterdiler,
hangi zor matematik formüllerini çözdüler,
bir zamanlar ne güzel besteler yaptılar kim bilir.  
Herkes tanırdı, hayranları vardı, şarkıları dilden dile dolaşırdı.
Tüm gazeteler onları yazdı, anlattı bir zamanlar.
Sonra zaman geçti, yavaş yavaş gözden uzaklaştılar.
Gün geldi unutuldular.
Bazıları bir gazete kâğıdında, bir kitap sayfasında isim oldu sadece.
Bazıları ise birkaç kuşak sonra unutuldu gitti.
Onları hatırlayan son kişilerle beraber.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Ada

Takvimler buralarda uzun ve karanlık kış günlerini gösterince,
on iki ay yaz mevsimi yaşayan tropikal bir adaya gidesim geliyor.

18 Kasım 2011 Cuma

Şimdi Hepsi Birer Anı Oldu

Şimdi köyümde o büyük bahçe içinde, tek katlı, mezarlık manzaralı okulumun sınıfında olsam mesela.
Birazdan ders bitecek ve kırmızı çantamı alıp, okulun bahçe kapısından aceleyle çıkıp,
o bitmeyecek gibi görünen yokuşu çıkıp eve gidecek olsam.
Muhtemelen kar yağmıştır şimdi oralara...
O soğuk havada, kara bata çıka, arkadaşlarımla kartopu oynaya oynaya evin önüne kadar gelsem.
Annem bahçe duvarlarının orda ellerini kavuşturmuş beni bekliyor olsa.
Benim ellerim hem çantamı tutmaktan hem de kartopu oynamaktan kıpkırmızı olsa.
Önce kendi ördüğü eldivenlerimi takmadım diye bana kızsa,
sonra da ‘’hemen gir içeri ısın, ama ellerini sobaya tutma acır’’
diye bağırsa arkamdan.
Annem bana süt ısıtmış olsa mesela,
sobanın üstünden kendime ekmek ısıtıp yağ sürsem.
Radyoda yurttan sesler korosundan çeşit çeşit şarkılar çalsa mesela.
Annem bir yandan akşam yemeği hazırlasa,
bir yandan da lambanın camının isini temizliyor olsa uzaklara dalıp dalıp.
Odayı sobanın üstünden pişen yemek ve fırınında pişen ekmek kokusu sarsa.
Sonra çocuk bahçesi başlıyor olsa radyoda.
Bir kulağım onda, bir yandan çocuk şarkıları dinlesem,
bir yandan da hemen aceleyle ödevlerimi yapıp,
yeni başlayacak radyo tiyatrosunu söylemek için,
sabırsızlıkla abilerimin okuldan dönmesini beklesem mesela.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Kafes

Özgürlük isteyen birinin, gittiği her yere kendi kafesini götürmesi ne tuhaf.

15 Kasım 2011 Salı

Hata

Kendime:
Bir şeylerin oturduğun yerde ayağına geleceğini sanıyorsan yanılıyorsun.
Oturma öyle kalk!
Bir şeyler yap, çaba harca, biraz uğraş...

14 Kasım 2011 Pazartesi

Geriye Biz Kaldık

Biz geride kalanlar da;
doğrularımız, çıkarlarımız, değer yargılarımız ve
vicdanımız arasında sıkışıp kaldık.
Devamlı bir mücadele içindeyiz.

Geriye Ne Kaldı?




İyi insanlar, iyilikleri de alıp gittiler birer birer bu dünyadan.

19 Ekim 2011 Çarşamba

En Acı Bekleyiş


Şu anda seksen bir ilin sayısız ilçesinde, kasabasında,
köyünde, mahallesinde, sokağında,
bilmem kaçıncı binanın kaçıncı katında bilmem kaç tane anne,
baba, abi, kardeş, çocuk, eş, amca, dayı, teyze, nişanlı, sevgili, dede,
babaanne, arkadaş, komşu...
Dillerinde dualar bekliyorlar.
O beklenen acı haberlerden birisi kendilerine gelmesin diye.
Ama onlarda iyi biliyor ki o acı haber kimin olursa olsun
herkesi aynı şekilde yakacak...

Sorgulama

Şu anda elimde ki bu kahveyi içmeye hakkım var mı acaba?  
Bir yerlerde yürekler yanarken, gencecik bedenler toprakta yatarken,
birinin belki hamile eşi, belki yüzünü hiç görmediği bebeği,
belki düğün yapacak nişanlısı, belki yolunu gözleyen hasta babası,
onu bekleyen evlenince oturacağı evi, yolunu gözleyen çocuğu,
aylardır onu görmeyen eşi,
dilinden duasını eksik etmeyen onunla nöbet tutan,
yemeklerini özlediği annesi varken.
Ve o beklenen bir daha dönemeyeceği yolculuklara çıkacakken. 
Hangimizin bu sıcak kahveyi içmeye hakkı var?
Ya da sıcak evlerimizde oturmaya, sıcak yataklarımızda yatmaya,
 bebeğine sarılmaya, yemek yemeye, gülmeye, eğlenmeye,
müzik dinlemeye hakkı var.
Bence hiç birimizin...
Bence o gencecik bedenlerin bizim abimiz, kardeşimiz, dayımız,
amcamız, nişanlımız, eşimiz olmadığını düşünerek kendimizi
şanslı saymaktan vazgeçelim,
ya da görmemiş, duymamış gibi yapmaktan,
birkaç gün sonra unutmaktan vazgeçelim.
Şuan bizim yaptığımız hiç bir şey gerçek değil bu acının yanında.
Ne bitirmemiz gereken işimiz, ne beklediğimiz telefon,
ne çıkacağımız akşam yemeği, ne hafta sonu gideceğimiz
düğün veya konser, ne yeni aldığımız kazak veya telefon...
Bizim yaşadığımız hiç bir şey gerçek değil bu acının yanında.
Şuan gerçek olan tek şey ülkemizin herhangi bir yerinde bizim tahmin
edemeyeceğimiz acıların yaşandığı, yüreklerin yandığı...
Ve en acı gerçekte yarın biz sıcak yataklarımızdan kalkıp,
çaylarımız içip, makyajımızı yapıp,
kendimize en güzel kıyafeti seçip işe geleceğimiz,
 ama onların bayrağa sarılı tabutlarının soğuk musalla taşlarına konulacağı
işte en acı gerçek bu.
Bizim akşam eve döneceğimiz.
Ama onların soğuk topraklara yatacağı...

13 Ekim 2011 Perşembe

Bir Gün Ansızın

Kış, habersiz bir misafir gibi çıka geldi ansızın.
Bahçemi, henüz renk renk çiçeklerimi hazırlıksız yakaladı.
Oysa daha açacak tomurcukları, yemyeşil yaprakları vardı hepsinin.


12 Ekim 2011 Çarşamba

Hayat

Hayat bir öfkeye harcanmayacak kadar kısa,
hayat ümitsizliğe kapılmayacak kadar kısa,
hayat kinle ve nefretle geçirilmeyecek kadar kısa,
hayat göz açıp kapatacak kadar kısa,
hayat bir varmışım bir yokmuşum dedirtecek kadar kısa.



11 Ekim 2011 Salı

Severim Ben Rutini

Tuhaf huylarıma şaşıranlara bahane olarak burcumun özelliklerini gösteriyorum.
Tek suçlu oymuş, kendisi benden ayrı bir kişilikmiş gibi.
Bunu ciddi ciddi yapıyorum.
Bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor...
O ayrı tabii.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Güz

                             
                                                      Foto
                                               

Ne diyor Zuhal Olcay;
...Güz ayrılık taşır.

29 Eylül 2011 Perşembe

Geçmiyor

Seneler, aylar geçiyor da
son, sayılı birkaç gün geçmiyor.
Saatler geçiyor da son birkaç dakika geçmiyor...
Evet alışılıyor alışılmasına da,
içinde ki o sızı geçmiyor bir türlü...


28 Eylül 2011 Çarşamba

Evim Evim Güzel Evim – II

...
Bir önce ki yazımda evi ev yapan
‘içinde ki ruhtur’ diye yazmıştım.
Bunu yazınca devamında acaba bir zamanlar kendimize ev yaptığımız
ama sonra zamanı gelince sessiz sedasız toplanıp çıktığımız evlerimiz de
acaba şimdi kimler oturuyor diye düşündüm.
Mesela öğrencilik yıllarımda ilk kaldığımız evimiz;
Odun sobası ile ısındığımız,
ev arkadaşım ile merdivenlerini yıkadığımız,
çatısına çamaşır ipi astığımız,
mutfak tezgahının başında bulaşık yıkadığımız,
penceresinin bir kısmına gazete kağıdı yapıştırdığımız,
ilk misafirlerimizi ağırladığımız,
eve gidemediğimiz hafta sonlarında penceresinden görünen
upuzun yola dalıp gittiğimiz,
bazen o yolun bize arkadaşlarımızı getirdiğini gördüğümüz,
arkadaşlarımız ile bazen ders çalıştığımız,
bazen saatlerce sohbet ettiğimiz,
ev dönüşlerinde hüzünlü sessizliğimize döndüğümüz,
balkon kapısının kilidi bozuk,
yan komşuda ağlayan bebeği duyduğumuz evimiz...
Sonra oradan taşındık
sessiz sedasız.
Perdelerimizi aldık, halılarımızı topladık.
Ben duvara astığım resimleri kaldırdım.
Pencere kenarına koyduğum aynayı,
pencere boşluğuna dizdiğim kitaplarımı aldım.
Son bir kez etrafa baktık,
anahtarını teslim ettik,
bizden hiçbir iz kalmadı orada,
uzun bir süre yabancı bir şehirde bize ev olan o bina
yine kendi sessizliğine, karanlığına döndü kısa bir süre için.
Sonra...
Sonra kim bilir belki bizden sonra yine bir öğrenci yerleşti oraya
belki yeni evlenen bir çift,
belki tayini yeni çıkmış bir memur,
bu defa onların sesi yankılandı odalarda,
onların kokusu sindi,
belki sandalyelerini bizim koyduğumuz yere koydular,
belki onlarda bizim gibi pencere önlerinde dalıp gittiler,
belki duvarların rengini beğenmediler,
belki onların perdesi daha büyüktü,
belki onlar çamaşırlarını çatıda kurutmadılar...
Ama onlarda o beton duvarları ev yaptılar kendilerine.

27 Eylül 2011 Salı

Beklenti

Artık ilkokulda da değiliz ki aşı olalım da eve gidelim...

Evim Evim Güzel Evim - I

Bir evi ev yapan nedir?
Bir evi ev yapan
ne özenle seçtiğimiz perdeleri,
ne pahalı halıları,
ne de mobilyalarıdır.  
Bir evi ev yapan içinde ki ruhtur.
Aylarca heyecanla eşya seçen, taksitle mobilya alan,  
gelinliği ile o eve gelen genç kızdır.
İşten gelecek eşine, okulda ki çocuklarına yemek yapan annedir.
Babasının kucağında evine gelen henüz bir iki günlük bebektir.
Yolu gözlenen teskeresini almış oğuldur.
Odasına kapanıp günlük yazan genç kızdır.
Mutfak masasında kargacık burgacık çizgilerle ilk ödevini yapan öğrencidir.
Bayramlarda özlemle beklenen lüle saçlı torundur.
Bir ev tutup düzenini kurunca ailesini yanına alan memurdur.
Yabancı bir şehirde,  ilk defa gördüğü insanlarla birer
odasını paylaşan öğrencidir.
Yabancı bir ülkede, yabancı bir kültürde tek bir odaya sığan,
halısını seren, duvarlarına memleket resimleri asan,
onu kendinden kendi kültüründen bir parça yapandır.
Yılda on günlüğüne baba ocağına gelen, ocağını tüttüren gurbetçidir.
Soluk renkli, demir parmaklıklı, uzun karanlık koridorlu lojmanları
aydınlatan, penceresinde hasret düşlerine dalan
yeni tayini çıkmış öğretmendir.
Bahçe kapısında yolu gözlenen babadır...
.
.
Devam Edecek...

26 Eylül 2011 Pazartesi

El Emeği Göz Nuru

                                         Foto: Netten

Daha on iki on üç yaşlarındayken yaz tatillerinde annem ve arkadaşımın
annesi bize el işi yapmayı öğretmişti.
Başta tatillerde sıkılmayalım, vakit geçirelim diye başladığımız bu uğraş
daha sonraları bizim en güzel hobimiz olmuştu.
Her yaz tatilinde öğrendiğimiz el işini biraz daha geliştirip,
daha zor işler yapmaya başlamıştık.
Önceleri renk renk iplerle basit danteller, oyalar yaparken
daha sonraları etamin işleri, daha zor danteller, örgüler yapar olmuştuk.
Örneklerimizi artık kendimiz 'çıkarır'
takıldığımız bir yerde birbirimize yardım eder olmuştuk.
Arkadaşım annesi köyde doğmuş,
büyümüş genç kızlığı köyde geçmişti.
Bazen ona bir şeyler sormaya gittiğimizde bizim elimizde ki
renkli iplere dalar gider, belli ki zor şartlarda hazırladığı kendi
‘çeyizi’ gelirdi aklına.
Sandıklarda sakladığı, gözü gibi baktığı çeyizi...
Henüz genç bir kızken yaz kış demeden sabah namazında kalkıp
önce tarlaya çalışmaya gider, sonra güneş biraz yükselince bu defa da
bahçelerinde çapa yaparmış.
Güneş battıktan çok sonra eve gelirdik derdi.
Eve gelince de yemek ve evin diğer işlerinde annesine yardım eder,
sonra herkes uyuduktan sonra o zamanlar kullanılan ‘idare lambası’
ışığında kendisine ‘çeyiz’ yaparmış.
Bazen babaannesi ‘gazı harcama’ diye kızdığında onu söndürüp
odun ateşinin aydınlığında devam edermiş.
O ateşin aydınlığında gece yarılarına kadar uykusuz kalarak,
kim bilir hangi düşlere dalarak iğne oyaları yapmış kendine.
Köydeki diğer genç kızlardan geri kalmamak için,
çeyizinde eksik kalmasın diye gece yarılarına kadar
uykuya tercih etmiş çeyiz yapmayı.
Ben o zamanlar yaptığı el işlerine şaşkınlıkla bakar,
o zamanın şartlarına göre nasıl böyle bembeyaz kaldıklarına,
tek bir lekenin olmamasına,
hele de bu ince zarif iğne oyalarının yarı karanlıkta yapılmış
olmasına iyice şaşırırdım.

23 Eylül 2011 Cuma

...

...Gittiğin günler yaklaşıyor.

İlk Adımlar

Attığımız her adım bizi başarıya, yeni hayatlara, geleceğe
biraz daha yaklaştırdı.
Yaşımız büyüdükçe attığımız adımlarda büyüdü, anlam kazandı.
Hayatımızda daha büyük değişikliklere taşıdı bizi.
Adımlarımız bizi bazen yeni bir okula, bazen yeni bir ülkeye,
bazen yeni bir işe, bazen yeni bir hayata,
bazen mutlu bir beraberliğe götürdü.
Bazen kendi kendimize karar aldık, bazen destek bekledik.
Bazen bizi mutlu etti,
bazen yanlış adımlar attık.
Pişman olduk.
Bazen iyi ki dedik, bazen ahhh keşkelerle geçmişe dönmek istedik.
Bazen tepki gördük, yargılandık, eleştirildik.
Bazen takdir edildik.
Ama ne olursa olsun biz içimizde ki sesi dinledik.
İlk adımlarımızı iyi, güzel şeyler ümit ederek attık hep.

15 Eylül 2011 Perşembe

Elimde Ne Var?

Bir şeyler okurken, biri ile konuşurken, televizyon izlerken,
uzun uzun düşünürken, mutlaka elimde bir şeyler olur benim.
Hatta bazen çalışırken bile.
Bu bir kâğıt parçası olabilir, bir kalem olabilir, bir saç tokası olabilir,
bir ataç olabilir, hatta bitmiş bir kağıt mendil rulosu bile olabilir...
Elimde tutar, çeşitli şekillere sokar, katlar, parmaklarıma dolar,
yeni şekiller bile uydurabilirim.
Saatlerce elimde olur o nesne, hiç sıkılmam...
Şu an işyerimdeyim, masamda bitmiş bir kâğıt havlu rulosu var.
Ara ara ekrandan bir şey okurken gayri ihtiyari elime alıp parmaklarımda
çevirmeye başlıyorum.
Ama artık biri görmeden vedalaşıp atsam iyi olacak.


Bir arkadaşa not:
Kâğıt havluları çok harcama...
Marulları akan muslukta değil, bir leğende yıka...
Elimde ki bu rulo, streç film rulosundan daha ince,
insanın elini o kadar acıtmıyor ve evet onun dürbünü daha güzeldi...
Ama o rulo ile benim halı silkeleme fikrimde iyiydi demi?

13 Eylül 2011 Salı

Sorumluluk

Bu aralar ağır sorumluluklarım var.
Kardeşleri kendine emanet edilen büyük abla gibiyim,
23 Nisan’ da kürsüde şiir okuyacak öğrenci gibiyim,
köyünden okumak için büyük şehre giden tek öğrenci gibiyim,
evinde ilk defa misafir ağırlayacak ev sahibi gibiyim...
Benden güzel kelimeler bekleyenler var,
ne yazdım diye her gün gelip bakanlar var.

Sevgi

Bizi birbirimize birleştiren ne kilometrelerce yollar,
ne okyanus ötesinden binip geldiğimiz uçaklar,
ne hızlı trenler,
ne otobüsler,
ne de arabalardır...
Bizi birbirimize birleştiren, kavuşturan içimizde ki sevgidir.


8 Eylül 2011 Perşembe

Gereksiz Ayrıntılar

Ara ara çekmecelerde, kutularda temizliğe girişiyorum.
Yıllardır biriktirdiğim belki bir zamanlar benim için bir anlamı olan
ama şimdilerde sadece ‘döküntü’ olan birçok şeyi hiç acımadan atıyorum.
Neleri saklamışım şaşıyorum kendime.
Okul pasoları, sınav kâğıtları, yılbaşı kartları, önemli sınavlarda kullandığım
kalemler, belki bir zamanlar çok severek okuduğum kitaptan alıntı
yaptığım sözlerin şiirlerin yazılı olduğu kâğıtlar, tren biletleri,
sayfalarına şiirler, şarkı sözleri yazdığım ders kitaplarım,
okul defterlerim, kurutulmuş çiçekler...
Hepsini bir bir atıyorum.
Hem bunları yıllardır biriktirmiş olduğuma şaşırıyorum hem de
zamanı gelince onlardan bu kadar kolay vazgeçebildiğime şaşırıyorum.
Beynimin bana oynadığı oyuna şaşırıyorum,
birçoğunu bir zamanlar ne düşünerek biriktirmeye karar verdiğimi
hatırlayamıyorum, şimdi birçoğunu elime aldığımda bana bir şey ifade
etmemesine şaşırıyorum.
Zaman her şeyi silermiş öğreniyorum.

Telefon

Evimize bağlattığımız ilk telefonumuz bir zamanlar postaneden abonelerine
verilen telefonlardandı.
Kare şeklinde üzerinde herhangi bir yazı veya desen olmayan,
sadece numaraların olduğu krem renkli bir telefondu.
Gayet sade ve sıradan...
O zamanlar mahallede sadece bizim evde telefon vardı.
Hemen hepsi başka şehirlerden gelen ve uzaklarda tanıdıkları
olan komşularımız bizim telefon numaramızı kullanır,
onlara ulaşmak isteyen akraba veya tanıdıkları bizim evi ararlardı.
Telefon açılır, önce arayan kişinin kim olduğu anlaşılmaya çalışılır,
daha sonra gidip o komşuya haber verilirdi.
Çoğu zaman arayan kişi aradaki mesafeyi bilmediğinden veya sabırsızlığından
daha çağırılan kişi gelmeden bir daha arar bu defa da ya kendi bekler ya da
yine aramak üzere telefon kapatılırdı.
Bazen de bu defa çağrılan kişi gelir, uzunca bir süre bekler ama
beklenen telefon bir türlü çalmazdı.
Bu sırada zorunlu misafire çay ikram edilir,
yemek saati ise sofraya davet edilir,
hatta o telefonu beklerken koyu bir sohbet bile başlardı.
Biz, konuşan kişi rahat etsin diye bazen dışarı çıkar bazen de
başka odalara gider, O'nu yalnız bırakırdık.
Bizler o telefon konuşmalarında çok hasret gözyaşlarına, sevinçli haberlere,
düğün davetlerine, gece yarısı gelen ölüm haberlerine tanık olduk,
evde bulamadığımız komşularımız için not aldık,
kapılarına haberler götürdük.
Yeni evlenip de mahallemize yerleşmiş komşularımızın özlemlerine
tanık olduk, yanlış numaralara laf anlatmaya çalıştık...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Gidenler

Gidenler ne çabuk unutuluyorlar...
Gidenler ne çabuk alışıyorlar, gittikleri yerlere.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Şükür

Gecenin bir yarısı bana yabancı bir şehirde, yabancı bir karanlıkta,
eve dönüş için son otobüse yetişme telaşındayız.
Ondan bir önceki otobüsü bazı aksaklıklar yüzünden kıl payı kaçırdık.
Grubun geri kalanı kaçırılan otobüse yetişemeyen diğer grubu suçluyor,
ben fazla yorum yapmıyorum, birkaç teselli cümlesi kuruyorum sadece.
Ama sinirliyim...
Gecenin bir yarısı, bilmediğim bir şehrin karanlığında olmanın tedirginliği
var üstümde. Bir an önce eve gitmek istiyorum.
Akşam sekiz gibi hayatın bittiği küçük bir yerden gelmiş benim için,
bu saatte dışarıda olmak pek alışılmış bir şey değil.
Nihayet merakla beklediğimiz yarım saat geçiyor ve otobüsün kalkış saati geliyor.
İlk duraktan sadece bizim grup biniyor.
Yol uzun...
Ben gecenin karanlığında sokak lambalarının aydınlattığı evleri,
sokakları izliyorum pencereden.
Sonra bir bina fark ediyorum.
Diğerlerine göre daha aydınlık, içerinin tüm ışıkları yanıyor ve
diğerlerine göre daha kalabalık bahçesi.
Burada sanki zaman kaybolmuş gibi, günün herhangi bir saati yaşanır gibi.
Canlı bir kalabalık var bahçesinde.
Tabela var üstünden okuyorum, hastaneymiş.
Sonra sesli düşünüyorum gecenin bir yarısı bunun içinde dışarıda
olabilirdim, olabilirdik diyorum yanımdakilere.
Sonra, biri diyor ki;
orası bir çocuk hastanesi biliyor musun?
Ve o hastanenin bahçesi gece yarısı bile satıcılarla dolu olur.
Gecenin bir yarısı dayanılmaz ağrıları olan çocukları oyalamak için,  
oyuncak, şeker satan satıcılar olur hep bahçesinde,
onlarda gitmezler.
Nöbet tutarlar anne ve babalarıyla bu hastane bahçesinde...

16 Ağustos 2011 Salı

Yalancı

Hani ben böyle unuttum diye kendimle övünüp duruyorum ya,
oysa sen, hiç olmadık zamanlarda, hiç olmadık şeylerle hatırlatıyorsun ya
kendini o zaman nasılda yalancı çıkarıyorsun beni.

Takvim Yaprakları

Değişen tek şey gün ve ay isimleri oluyor.
Geri kalan her şey aynı hayatımızda...
Dakikası dakikasına, saati saatine aynı,
planlanmış kurgulanmış gibi her şey...

12 Ağustos 2011 Cuma

Söz Hakkı

Ben her şeyi canıma bıraktım...
O isteyince konuşuyorum, isteyince susuyorum,
o isteyince gülüyorum.
  

5 Ağustos 2011 Cuma

Güzel Şeyler Hatırlanmalı

Günlerden Cuma...
Tipik bir iş günü, masamda oturmuş bazen çalışıyor bazen karşı pencerede ki manzaraya dalıp gidiyorum kim bilir kaçıncı defadır.
Hava biraz kapalı mı ne?
Ama sadece benim olduğum taraf böyle sanki, karşı mahallede güneş var 
orası daha bir parlak.
Bu insanlar, bu arabalar nereye gidiyor böyle acele acele?
Onların yerine ben bunalıyorum dışarıdaki güneşi ve sıcaklığı düşününce...
Bir yandan çalışıyorum bir yandan da her şeyi ama her şeyi düşünüyorum
kafamda tek tek. Konudan konuya, olaydan olaya atlıyorum.
Sanki ezber yapar gibi unutmamam gereken şeyler gibi bir bir hepsini zihnimde tekrarlıyorum.
Kim bilir belki de hiç birini unutmaya kıyamıyorumdur.
Mesela bana yabancı insanların arasında yabancı bir şehrin otogarında,
yanıma oturan yine benim gibi yabancı bir kız çocuğu ile oynadığım oyunu,
konuşmalarımızı nasıl unutabilirim.
Kendi otobüs saatleri gelince bana iyi yolculuklar dileyen, tebessüm eden
annesini ve arkasından baktığım o kız çocuğunu...
Ya da bu sıcakta yarısına kadar su dolu kovaya koyduğu,
aslında kendisinin olan ördek yavrusunu babasına doğum günü hediyesi
olarak götürmeye çalışan, sık sık  ‘babam bu sürprize çok sevinecek
demi anne’ diye soran kız çocuğunu nasıl unutabilirim.  

4 Ağustos 2011 Perşembe

Anneanne Biz Geldik


Şimdi yaşadığım bu şehre geldiğimizde kimseyi tanımıyorduk...
Köyümüzden birkaç eski komşu ve tanıdık dışında hiç kimseyi.
Onlarda sadece anne ve babamıza tanıdıktı biz çocuklara ise yine yabancı...
Birçoğunu ilk defa görüyorduk.
Beklide ilk defa o yaşlarımda amca, hala dışında komşunun ne
demek olduğunu öğrenmiştim.
Etrafımızdakiler bize sadece komşuydu o kadar...
O zamanlar anneannem bize bir veya bir buçuk saatlik bir mesafede başka
bir yerde otururdu.
Annem sık sık bizleri de yanına alırdı ve O’nu ziyarete giderdik.
O zamanlar anneannemim evinde telefon yoktu.
Çoğu zaman habersiz giderdik ama hep evde bulurduk onu.
Bahçeli evinin merdivenlerinde asma ağacının altında oturur olurdu hep.
Bizi görünce önce bir şaşkınlık, sonra bir gülümseme olurdu yüzünde.     
Ben bu yolculuklarda çok yorulmuş oldurdum ve ilk gittiğim saatlerde bir
divanda sessiz sessiz oturur, kendime gelmeye çalışırdım.
O sırada yapılan sohbetleri kaçırırdım ama içerde de anneannemin sayısız
kere gördüğüm o büfesine, büfenin içindeki sayısız biblo, resim,
değişik desenli tabak ve fincanlarına, duvarda asılı gurbetteki
dayı çocuklarının resimlerine, elişi çeşitli desenli divan yastıklarına,
halılara dalar gider çoğu zaman da o divanın üzerinden uyurdum.
Sonra kendiliğimden uyanır, sohbete kaldığı yerden dâhil olmaya çalışırdım.
Eğer gittiğimiz gün mahalle pazarı ise bahçe duvarından geleni gideni izler,
değil ise yine bahçe duvarında dayılarımın gelmesini beklerdim içimde
bir heyecanla...


                                                     

28 Temmuz 2011 Perşembe

Kendime Soru

Niye günler geçsin diye bekliyorsam,
sanki gelecek günlerden bir beklentim varmış gibi.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

İyi Niyet

Tüm iyi niyetime rağmen dünyaya, insanlara, geleceğe
dair inancım kaybolup gidiyor... 
Günden güne azalıyor...

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Mahalleden Haberler

Sabahları sokaklar hala ıssız...
Bazen vakitsiz uyanmış tek başına ne yapacağını bilemeyen bir kaç
çocuğa rastlıyorum.
Bazen belli ki yine erken kalkmış annesinin sabahın serinliğinde hava alsın
diye dışarı çıkardığı yine annesinin kucağındaki bebeğe.
Yaz ve daha sabahın ilk saatlerinde havanın çok sıcak olması nedeni ile şimdilerde yürüdüğüm sokağı değiştirdim.
Eskisine göre daha gölgeli, bahçeli evlerin bahçesinde çiçeklerin, ağaçların olduğu bir sokaktan yürüyorum.
Çok zenginim, bir yazlık bir de kışlık sokağım var...
Sokağın başındaki boş alan bir gün gördüğümde otlarından temizlenmişti,
daha sonra bir şeyler ekildi, sonra ki bir kaç gün kargaları oradan tohumları
çalarak kahvaltı yapmaya çalışırken gördüm.
En son dikkat ettiğimde sahibi kargalar için zamane bir korkuluk yapmıştı.
Üşenmemiş çok sık aralıklarla poşet bağlamıştı yerde ki tahta parçalarına.
Ama kargalarda zamane kargası nede olsa onlarda da hiç korkmuş gibi
bir hal yoktu...
Neyse, tohumlar nihayet yeşerdi de kargalara sabah kahvaltısı olmaktan kurtuldular.
Benim tahmin ettiğim gibi mısır ekiliymiş orada.
Geçen sonbaharda son günlerine yetişmiştim mısır hasadının.
Bu sene daha erken gördüm onları, artık yanlarından geçerken ben
sizin tohum olduğunuz zamanları biliyorum diyebilirim.

19 Temmuz 2011 Salı

Tatil

Ben yazıcam yazmasına da aklımda ki tüm kelimeler tatile çıkmış,
onlarda izin vermiş kendilerine.

Perde

Yakında bu oyun burda biter...
Ve perde kapanır...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Sinir

Sabah sabah sokaklar ıssız...
Hiç kimsecikler yok, buna kedi köpekler de dâhil.
Tüm sokak boyunca sadece benim ayakkabılarımın bir parmakcık
topuklarından çıkan ses yankılanıyor.

Tam Yol İleri

Çok sıcak tüm klimalar çalışsın, tam yol ileri...

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Değişken

Ara ara başım ağrıyor, bazen uyku bastırıyor...
Ara ara canım sıkılıyor...
Ara ara sıcaktan bunalıyorum...
Ara ara klimadan üşüyorum...
Ara ara çalışıyorum...
Ara ara bir şeyler okuyorum...
Ara ara zaman geçiyor...
Ara ara saat sabitleniyor...
Ve gün bitiyor...

12 Temmuz 2011 Salı

İnsan Renkleri

Yaşadığım yerin her sokağı, her mahallesi başka bir renk.
İnsanları, giyim tarzları, yaşamları, gelenekleri hepsi birbirinden faklı,
hepsi birbirinden renkli.
Sokaklarda ki evler, bahçeleri, düzenleri orda yaşayan insanların aynası gibi.
Bazı sokaklar ne kadar düzenli, sokakları temiz, bahçeleri bakımlı.
Bazı sokaklar da bir o kadar yalnız, bir o kadar ıssız.  

Sanal Sohbetler

Yeter ki gönüller bir olsun.
İnsan kilometrelerce uzaklıklardan bile birbirine çay, kahve,
kek ikram edebilirmiş.
Hasret giderebilirmiş...

Staj


Sabah sabah yavru serçeler annelerinin gözetiminde hayata
dair dersler alıyorlar.
Yerden seri bir şekilde ekmek parçasını kapmayı, insanlardan korunmayı,
en yükseklere uçmayı öğreniyorlar.
Yakında onlarda gerçek hayata atılacaklar...

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Tezat

Şimdiyi eski ile karşılaştırdığımızda yani mesafeler bu kadar kısalmışken,
telefon, internet ve daha birçok iletişim araçları varken.
Hemen herkesin evinde bunlar mevcutken, imkanları daha fazla iken
nasıl oluyor da hala insanlar bir birine hasret kalabiliyor,
bu ayrılıklar hiç bitmiyor.

Zor

Bir şeylere başlamak zor...
Bitirmek, bitirebilmek ise daha da zor...

23 Haziran 2011 Perşembe

Yaz Akşamı

                                                           Foto

Serin bir yaz akşamı...
Bahçelerde ağustos böceklerinin, 
sokaklarda çocukların sesi...
Erken yatma, yarın okula gitme telaşları yok.
Bahçesi olanlar bahçede, bazıları balkonlarda oturuyor.
Çay kaşıklarının sesleri diğer seslere karışıyor.
Gökyüzü açık...
Yıldızlar elle serpilmiş gibi, parlıyorlar her yerde
Belli ki hava yarında sıcak olacak...