31 Ocak 2011 Pazartesi

Boş Küme

Birisine bir soru sormuştum,
bana ‘bilmiyorum cevap boş küme’ demişti.
Değişik bir kullanma şekli. Matematik terimini gerçekle örnekleme.
Bu bir kaçış mı? Yoksa zeka örneği mi?
Karar verememiştim.  

Zamana Bırakmalı

Hiç acele etmemeli zamana bırakmalı her şeyi.
Nasıl olsa hiçbir şey aynı kalmıyor. Zaman her şeyin üstünü örtüyor.
Çare oluyor en umulmaz dertlere.
Geçen zamanı yabana atmamalı, hiç olmadı insan alışıyor bu dertle yaşamaya,
acısı hafifliyor.

Kendime Not

Hep gitmekten bahsediyorsun ya...
Emin ol sen sende olduğun sürece,
gittiğin yerlerde buralardan farklı olmayacak.

28 Ocak 2011 Cuma

Film Şeridi



Hiç olmadık zamanlarda geçmişten kesitler geliyor gözümün önüne.
Kâh çocukluğumun geçtiği köyüme, okuluma, çayırlara,
boyları benden büyük ekinlerin arasında oynadığım günlere.
Kâh ilk taşındığımız koca şehirde tek ve çocuk başıma ürkek adımlarla yürüdüğüm
okul yollarına, yürürken de geçtiğim kalabalık pazara.
Kâh alışmaya çalıştığım okullara, mahallelere, oyun arkadaşı bulamadığım,
oyunlara alınmadığım sokaklara.
Zaman biraz daha geçince bu defa emin adımlarla yürüdüğüm okul yollarına,
lise yıllarıma, üniversite okumaya çalıştığım şehre.  
İlk iş yerim, ilk gerçek hayat ile yüzleşmelerim, çıkarlar, anlayamadığım çekişmeler. Olaylar, yerler, zaman sürekli değişti.
Ama başrol oyuncusu hiç değişmedi...
Ben hala sahnelerdeyim, en iyi oyunu çıkarmaya çalışıyorum.  

27 Ocak 2011 Perşembe

Bahar Gelecek

                                           Fotoğraf 'Nuri Bilge Ceylan'

Böyle havalarda yani yalancı kış güneşinin parladığı,
güneşin vurduğu yerde ısındığın, gölgede üşüdüğün havalarda
köyde kar yavaş yavaş erimeye başlamıştır.
Aylardır üst üste yağan kar iyice sertleşmiş kalın bir buz tabakası olmuştur.
Çatılardan tıp tıp su damlamakta, karın olmadığı yerler çamur.
Eriyen karla beraber yükselen buhar soba dumanlarına karışmış.
Havada tertemiz bir koku.
Günlerdir evde kapanmanın acısını çıkarırcasına herkes sabırsız.
Çocuklar ıslak kıyafetlerle oradan oraya koşturmakta.
Onlara kışın ağıllarında doğmuş, henüz dışarı ile yeni tanışmış küçücük kuzular
eşlik ediyor. Onlar için güneşin en iyi ısıttığı yerde karların üstüne en güzel otlar serilmiş. Bir yandan ısınıyorlar bir yandan da merakla etrafta geziyorlar.
Etrafta dışarı hava alsınlar diye çıkarılan hayvanların çan sesleri yankılanıyor,
köpek havlamalarına karışıyor.
Yeni bir hayat başlamakta, kar eriyecek, bahar gelecek her yere.    

Söz Ver

.....
Döneceksin diye söz ver.

Uçup Gitti

                              

İkidir oluyor bu. Gece tam uyumak üzereyken aklıma güzel bir konu geliyor.
Onu en ince ayrıntısına kadar yazıyorum kafamda,
sabah olsa da yazsam diye sabırsızlanıyorum.
Sabah olunca ne oluyor peki?
Neden siz okuyanlar ele avuca sığmayacak birkaç satırlık yazılar okuyorsunuz?
Nedeni basit, sabah olunca hepsi uçup gitmiş oluyor da ondan. 
Ne kadar da kendimi zorlasam hatırlayamıyorum gece zihnimde yazdığım konuyu.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Sonuç


Kendimle iç hesaplaşmalar yapıyorum.
Topluyorum, bölüyorum, çıkarıyorum sonuç hep aynı.
Hiç değişmiyor zarardayım uzun zamandır.
İflasım ve zararına satışlarım yakındır dostlar.
  

Vakit Azalıyor


Buraya yazmaya başladığımdan beri gelenek haline gelen
aylık bilgilendirme için vakit azalıyor.
Ocak ayı bitiyor. Ama ben hala aynıyım.
Gerçi ben alıştım kendime, uzun yıllardır aynıyım.
Ama gönül isterdi ki en azından buraya yazabilmek, o renkli hayatımdan söz etmek için bir koşu bir dağ tırmanışı, yüzme dereceleri, birkaç farklı ülke gezileri,
olmadı en az dört veya beş şehir turları, her akşam değişik tiyatro,
sinema, opera faaliyetleri, birkaç dilde okunan kitap, yeni kararlar,
yeni hayatlar, yeni başlangıçlar yapmış olayım.
Hayat işte gel gör ki sessiz sedasız yaşayan sıradan bir canlıyım şu hayatta.  

25 Ocak 2011 Salı

Son Tren


Evet, kalkıyor.
Herkes binsin...
Canı sıkılan, hayat hep aynı diyen, bıkan, 
 işini, okulunu sevmeyen, beğenmeyen, şikâyet eden,
çok şeyi geride bırakmak isteyen herkes binsin. 


Radyolu Günler


Kulağında radyo sesi ile büyüyen bir nesil olarak radyonun yeri bende apayrıdır.
Elektriksiz ve tabi haliyle televizyonsuz çocuklu günlerimden aklımda kalan karışık seslerden en net olanı radyo sesidir.
İçli hasret, ayrılık, gurbet türkülerini, en güzel ve duru seslerden
sanat müziklerini ben ondan dinledim.
Yüzünü görmediğim ama zihnimdeki resmiyle sesini tanıdığım sanatçıları merakla bekledim.
Bir roman bir hikâye ile küçük yaşımda ilk romanlarımı bitirdim,
çocuk bahçeleri ile oyunlar, bilmeceler öğrendim.
En az üç dilde yayınlanan haberleriyle, radyo tiyatrolarıyla,
arkası yarınlarla hayal gücümle değişik dünyalara dalıp gittim.
Çocukluğumun uzun karanlık kış gecelerimizin tek arkadaşı,
yolları kapanmış köyümüzün dünya ile tek bağlantısı radyo.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Çok Geç

Bir gün uğruna tarlalarımızı, bağlarımızı,
bahçelerimizi, ağaçlarımızı feda ettiğimiz kat kat binalarımızla
karnımızı doyuramayacağımızı anladığımızda çok geç olacak.

21 Ocak 2011 Cuma

Uzaklar

Bazen karşımda görünen sisli dağlara dalıp gidiyorum.
Hemen arkalarında,
uzaklarda çok uzaklarda özlenen birilerinin olduğu hayali ile...
Sanki yürüyüp ardını görsem o dağların, özlenen herkes orda gibi.
Bazen de uzayıp giden yollara dalıp gidiyorum,
biri çıkıp da gelir mi diye.




20 Ocak 2011 Perşembe

Hava Durumu


                                                      Teşekkürler

İçimi gri bulutlar kapladı.
Her an yağabilirim.
Hissedilen hava sıcaklığı ise, 
buz gibiyim diyeyim ben size.

Hala Bekliyorum

...

Nasıl Olmalı?


Nasıl olursak olalım;
okumuş, cahil, zengin, fakir, yaşlı, genç, köylü, şehirli hiç fark etmez.
Her zaman başımız dik, sözümüz bir olsun.
Yalansız, riyasız, çıkarsız, bir hayat yaşamış olalım.
Erdemlerimiz tek kılavuzumuz olsun.  
Arkamızda bıraktıklarımız ile yanımızda götüreceklerimiz yüreğimize yük olmasın.
Bize karanlıklarda ışık olsun. 

19 Ocak 2011 Çarşamba

Hoş Ama Boş

Günümüzde insanlar para ve güzellik ile ölçülür oldu.
Zenginsen paran varsa dünyanın en kaba, saygısız, duyarsızı
 ama bir o kadar da itibar göreni, saygı duyulanı olabilirsiniz.
Tüm kapılar önünüzde açılır.
Zorda kaldığınız da hep bir tanıdık, torpil bulabilirsiniz.
Her şey gümüş tepsilerde sunulur önünüze.
Kimse sizi yaptıklarınızdan ötürü yargılamaz, yadırgamaz
O zaman değeriniz paranız, kıyafetleriniz ile ölçülür olur.
Güzellikle ise insanlar bir şeyleri saklar oldu.
İş hayatlarında, özel yaşamlarında, okullarında,
arkadaş çevrelerinde böyle yer buluyorlar kendilerine.
Sadece marka ve çeşit çeşit giyinip gerçek kendilerini
bu kimliklerinin arkasına saklamaya çalışıyorlar.
Ama sorsanız iki lafı bir araya getiremezler,
zaten getiremez bile olsalar kimse onları kınamaz.
Ama her yerde de bu etiketleri ile yer buluyorlar.
Günümüz de rağbet gören insan tipi bu;
Duyarsız, bencil, sorgulamayan, soru sormayan,
hoş ama boş şeylerden anlayan.
Bu ülkede bir zamanlar on beş, on altı yaşında gençler cephelerde birebir savaşır, gözünü kırpmadan can verdi.
Her şeyin, o zaman ki şartların fazlası ile farkındaydılar,
o cepheye gitmese bir ülkesi olamayacağını bilecek kadar da öngörülüydüler.
Şimdi herkes makineden çıkmış gibi tek tip giyinip,
tek tip düşünüyor.
Kimsenin kendi düşüncesi yok, onlar bile hazır.  


18 Ocak 2011 Salı

Neden?

Sorularıma cevap verecek gönüllüler aranıyor.

Canım Sıkılıyor

Eskiden canım sıkılıyor diyen birine insanlar tuhaf tuhaf bakardı.
Öyleye yapılacak o kadar iş varken can sıkıntısı da neydi?
Çamaşırlar, bulaşıklar elde yıkanırdı mesela,
ekmek çoğu zaman evde pişerdi. Evler el süpürgesi ile temizlenirdi.
Su öyle yedi gün yirmi dört saat aksın nerdeee.
Gecenin bir yarısı da gelirdi, sabahın ilk ışıklarında da.
O zamanda vakitli vakitsiz bulaşık, çamaşır yıkanır,
boşalan kaplar doldurulurdu, bahçe sulanırdı.
Sabah önce bahçeden başlanır, kapının önü şöyle bir silinir
bazen yıkanırdı.
Camlar silinirdi sık sık, öyle şimdi ki gibi parlatıcı bezler,
her yer için ayrı ayrı deterjanlar yoktu,
her yeri pratik bir şekilde temizleyip, parlatmak maharetti.
Arapsabunları, kalıp sabun, mintax baş tacıydı.
Halılar yıkanır yüksekçe yerlere asılır,
güneşte sık sık çevirerek kurutulurdu.
Yazın sonuna doğru dışarıda ateş yakılır,
kazanlarda elde yapılan konserveler kaynatılırdı.
Kışın yenilecek yufkalar, erişteler, tarhanalar, salçalar
imece usulü yapılıp kaynatılırdı.
Tüm bu işlerin yanında annelerin evleri hep derli toplu olurdu.
Elleri hiç boş kalmaz en güzel nakışları, oyaları işlerler, kazakları örerlerdi.
Dantel örnekleri çıkarırlardı.
Hepsine vakit kalırdı.
Çocuklar yazın o uzun günlerde saatlerce dışarıda olurdu.
Bilgisayar, telefon hatta televizyon bile olmadığı günlerde
en gözde oyunlar oynanırdı saatlerce.
Gece yarısı olur çocuklar içeri zor alınırdı.
Sabahın ilk ışıkları ile de oyunlar kaldığı yerden devam ederdi.
Şimdilerde dairelerde bilgisayara, televizyona mahkûm
üç dört yaşında ki çocuk bile can sıkıntısını biliyor.
En iyi oyuncakları, zeka oyunları var.
Ama hiç bir şey yetmiyor onlara,
çare olmuyor sıkıntılarına.
Şimdi her şeyi makineler yapıyor,
hep özendik 'ah bir makinem olsa' diye
ama oda çare olamadı sıkıntılarımıza hala vakit yok bir şeylere,
çare olamıyor sıkıntılarımıza.

Bekliyorum

Günlerdir bekliyorum...
Tek yaptığım bu, beklemek.
İyi, güzel, hayırlı bir şeyler ümit ediyorum.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Konuk Sanatçı

Bu aralar hayata konuk sanatçı edası ile katılıyorum.
Olaylar benim iradem dışında gelişiyor,
hayat akıp gidiyor.
Ben bir kenarda oturmuş,
kendimi soyutlamış her şeyi uzaktan izliyorum.

14 Ocak 2011 Cuma

Ev Oturması


Küçükken anne ve babalarımız ile ev oturmalarına giderdik.
Özellikle de uzun kış gecelerinde.
Sobanın yaygın olduğu zamanlarda herkes tek odaya doluşur,
eğer şansa oda büyükse herkes kendine göre bir köşede küme olurdu.
Anneler babalar ayrı köşede sohbette,
küçükler ayrı bir köşede ya oyunda ya da derste.
O da küçükse ilk başta herkes beraber oturmaya niyetlenir,
zaman biraz geçince erkekler sigara içmek için,
çocuklar fazla gürültü yaptıkları için başka odaya gönderilirdi.
Sıcak oda daha küçüklere ve annelere kalırdı.
Eskiden öyle şimdi ki gibi protokol kuralları yoktu.
Eğer evde canın sıkıldıysa, çocuklar yaramazlık yaptıysa
 çare olarak aklına komşu gelirdi.
Öyle telefon açayım, günler öncesinden haber vereyim yoktu.
Çat kapı akşamın bir saatinde çıkıp gidebilirdin.
Komşunun ışığının yanıyor olması evde olduğunu gösterirdi.
Gittiğin evler mütevazı, kendi halinde her daim derli toplu olurdu.
Demlenen sıcacık çayın yanında çoğu zaman ya patlamış mısır
ya petibör bisküvi ya da evin annesinin alüminyum fırın tepsisinde
kendi el ayarı ile tutturduğu keki olurdu.
Kah gülerek, kah bağrış çağrış ile anneler günlerdir elinde olan el işlerini bitirir.
Çocuklar eksik ödevlerini tamamlar veya ‘isim şehir’ ile puanlarını hesaplarlardı.
Çocuğu sabahçı olanlar biraz daha erken kalkmaya yeltenince,
 eli yarım kalanlar annesinin gözünün içine bakardı biraz daha diye.
Sonra soba söner, çoğu zaman evin babası kahveden gelir,
çocuklar oraya buraya başını koymaya başladı mı
anlaşılırdı ki eve gitme vakti gelmiş.
Yarın akşam başka bir komşuda toplanma sözleri ile herkes tek tek evlere dağılır,
bir akşam daha böylece bitip giderdi.

Boyundan Büyük

                                                   Teşekkürler

Açlık böyle bir şey demek ki...

Birikimler


Birikim denilince hemen herkesin aklına maddi birikimler gelir.
Para, ev, araba.... 
en zoru, en imkânsızı gibi gelir bu birikimler.
İnsanlar tüm hayatları boyunca geceli gündüzlü çalışır bir şeyler alabilmek için.
Tek hayalleri budur, tek yaşam gayeleri.
Maddi bir şeyleri biriktirmek, ama ya diğer birikimler?
Manevi birikimler?
Hiç iyilik biriktirdiniz mi mesela,
ya da sevgi?

13 Ocak 2011 Perşembe

Ömürde Birkez İstanbul'u Dinlemeli

                                                     Teşekkürler


İstanbul...
nasıl bir sevda? İçinde olanlar şikayetçi, hiç görmeyenler hasret...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Kendimi Anlatma Sanatı


Bilgi dağarcığımda yirmi dokuz harf.
Sayısız kelime.
Çevremde ki herkes aynı dili konuşuyor.
Bende bu dili okuyup, anlayıp, yazabiliyorum. 
E sorun nerde o halde? Neden kimseye ifade edemiyorum,
Anlatamıyorum kendimi?

Mavi Önlük



Arka planda önlük konusu var. ‘Kirlendi yıkamalı’ diye konuşuyorlar.
Ben ise bu önlük kelimesi ile eskilere gittim, stajerlik günlerime.
Sadece biz giyerdik ‘mavi önlük’, kalabalıklar içinde seçilirdik.
Ama çoğu kişi bizi görmezdi bile, yanımızdan öylece geçip giderdi.
Bazısı yüzünü ekşitip şöyle bir süzerdi,
bazısı sadece hafif bir tebessüm ederdi.
Ne garip çocuk yaşta bizi rakip görürlerdi kendilerine.
Oysa biz sadece çekingen birer misafirdik orda,
birkaç aylığına zorunlu gelen.  

11 Ocak 2011 Salı

Olur ya


Evdesiniz, sıcacık soba yanıyor (kış günleri eve huzur veren sobadır bana göre)
Önce sobanın fırınında pişireceğiniz ekmek hamurunu yoğurun.
O dinlenene kadar siz kestaneleri hazırlayın.
Ekmek hamurunu fırına koydunuz, kestaneler de hazır.
Onlarda sobanın üzerinde yavaş yavaş pişecek.
Bu arada çayı demlemek lazım,
ekmek pişene kadar demini almalı.
Sonra yavaş yavaş tüm evi kestane, taze ekmek kokusu kaplıyor.
Hepsi birbirine karışmış, birbirini tamamlıyor.
İçinizde tarifsiz bir huzur. 

Yüzme Bilmiyorum

Çaresizlikler denizinde boğulmak üzereyim...

Güneşe Endeksli

İlginçtir bu aralar moralim güneşe endeksli.
Dışarıda güneş parıldıyorsa benim yüzümde gülüyor.
Yok, ise bende asık surat oturuyorum.
(Lütfen hakkımı yemeyin surat asmak için iyi bahane bulmuşum. Birde kış mevsiminde olduğumuzu düşünürsek)

10 Ocak 2011 Pazartesi

Susupta Söyleyemediklerim



O kadar çok ki. Hangisini anlatsam, nerelere yazsam?
Susmaya devam mı etsem,
yoksa bir çırpıda hepsi dökülse ağzımdan da rahatlasam mı?  
Hayat ne zormuş?
Bazı şeylerin aksamaması, tozpembe görünmesi için,
birilerinin susması gerekirmiş.

Bu Yaşta


Bu yaşta neler bilmeli insan?
Hayatın her sabah yeni yeniden başladığını bilmeli, her günün yeni bir umut olduğunu.
Düşüp kendi kendine kalkmasını, koca dünya da yeri geldiğinde yalnız tek başına olduğunu bilmeli,
kimsenin yardım edemeyeceğini bilmeli,
aradığı şeyin kendi içinde saklı olduğunu.
Çalışması daha çok çalışması sürekli yenilenmesi,
her geçen günle yarışması gerektiğini.
Neyi unutup en kuytulara saklamasını neyi hatırlaması gerektiğini en iyi kendi bilmeli,
en iyi arkadaşı olmalı kendinin, yeri geldiğinde en iyi sırdaşı.
Eskiye dönemeyeceğini, keşkelere yer olmadığını,
hayatın çok kısa olduğunu,
zamanın elden uçup gittiğini.
Bu yaşta öğrenmeli artık bunları, hayat çekilmiyor yoksa.

Sıkıldım

Yeni oyuncağımdan da çabuk sıkıldım.
Artık blogta açmıyor beni. O da çare olamadı can sıkıntılarıma...

7 Ocak 2011 Cuma

Beyaz Bulutlar


Ne zaman kafamı yukarı kaldırıp bembeyaz bulutlara baksam annemin yıkadığı bembeyaz çamaşırlara bekçilik yaptığım günlerim geliyor aklıma.
Kalıp sabun ile özenle yıkanmış ağartılmış çamaşırlar.
Esen rüzgârda kuruyan, toplayınca mis gibi temiz hava,
sabun kokan çamaşırlar.
Yemyeşil çimenlerde koşup oynarken, bir yandan da göz kulak olmak için tembihlendiğim çamaşırlar.


Tek Başıma


İçtiğim çayların bile tadı yok.
Oysa en son güzel sohbetlerle ne kadar da çay içmiştim.
Tadı hala damağında çaylar ve sohbetler ne de çabuk geçmiş oldu.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Temizlik


Bazen evimizde şöyle bir köşe bucak temizlik yapmak isteriz.
Özellikle de dolaplarımızda. 
Biliriz ki en çok oraların bakıma  ihtiyacı var.
Sonra bir bakarız ki çok dolu diye şikâyet ettiğimiz giysi dolabımız giymediğimiz eskiyen, küçülen, modası geçmiş kıyafetlerle,
 mutfak dolabımız kullanmadığımız birçok eşyayla dolu.
Gözümüzü karartıp bir cesaretle başladığımız yorucu temizlikten
sonra fark ederiz ki hem dolaplarımız hem de kendimiz ferahlamış,
içimizde anlaşılmaz bir huzur.
Keşke ara sıra beynimizin, ruhumuzun da böyle temizliğe ihtiyacı olduğunu bilebilsek.
İçimizi sıkan, bizi geçmişe bağlayan olayları kişileri bir çırpıda temizlesek,
yenilerine yer açsak.
Bizi üzen, sinirlendiren, içimizde bir yerlere sakladığımız kırgınlıkları, kinleri, nefretleri, gereksiz kişileri, gereksiz hatıraları kaldırıp atsak.
Hepsi geçmişte kalsa biz hafiflemiş olarak tertemiz günlere uyansak.
  

3 Ocak 2011 Pazartesi

Emeksiz Yemek


Bir gün tüm sorunlar, dertler, sıkıntılar
kendi kendine çözülse yok olsa.
Yolunda gitmeyen, aksayan bir işimiz sıkıntıya girmeden,
üzülmeden, kara kara düşünmeden kendi kendine sonuçlansa
biz hiç çaba harcamasak.
Ama olmaz, olur mu?
Hiç emeksiz yemek olur mu?

Küstüm



Küsmek önemli değil.
Küserim küsmesine de bundan dağın haberi olur mu acaba.