18 Ocak 2011 Salı

Canım Sıkılıyor

Eskiden canım sıkılıyor diyen birine insanlar tuhaf tuhaf bakardı.
Öyleye yapılacak o kadar iş varken can sıkıntısı da neydi?
Çamaşırlar, bulaşıklar elde yıkanırdı mesela,
ekmek çoğu zaman evde pişerdi. Evler el süpürgesi ile temizlenirdi.
Su öyle yedi gün yirmi dört saat aksın nerdeee.
Gecenin bir yarısı da gelirdi, sabahın ilk ışıklarında da.
O zamanda vakitli vakitsiz bulaşık, çamaşır yıkanır,
boşalan kaplar doldurulurdu, bahçe sulanırdı.
Sabah önce bahçeden başlanır, kapının önü şöyle bir silinir
bazen yıkanırdı.
Camlar silinirdi sık sık, öyle şimdi ki gibi parlatıcı bezler,
her yer için ayrı ayrı deterjanlar yoktu,
her yeri pratik bir şekilde temizleyip, parlatmak maharetti.
Arapsabunları, kalıp sabun, mintax baş tacıydı.
Halılar yıkanır yüksekçe yerlere asılır,
güneşte sık sık çevirerek kurutulurdu.
Yazın sonuna doğru dışarıda ateş yakılır,
kazanlarda elde yapılan konserveler kaynatılırdı.
Kışın yenilecek yufkalar, erişteler, tarhanalar, salçalar
imece usulü yapılıp kaynatılırdı.
Tüm bu işlerin yanında annelerin evleri hep derli toplu olurdu.
Elleri hiç boş kalmaz en güzel nakışları, oyaları işlerler, kazakları örerlerdi.
Dantel örnekleri çıkarırlardı.
Hepsine vakit kalırdı.
Çocuklar yazın o uzun günlerde saatlerce dışarıda olurdu.
Bilgisayar, telefon hatta televizyon bile olmadığı günlerde
en gözde oyunlar oynanırdı saatlerce.
Gece yarısı olur çocuklar içeri zor alınırdı.
Sabahın ilk ışıkları ile de oyunlar kaldığı yerden devam ederdi.
Şimdilerde dairelerde bilgisayara, televizyona mahkûm
üç dört yaşında ki çocuk bile can sıkıntısını biliyor.
En iyi oyuncakları, zeka oyunları var.
Ama hiç bir şey yetmiyor onlara,
çare olmuyor sıkıntılarına.
Şimdi her şeyi makineler yapıyor,
hep özendik 'ah bir makinem olsa' diye
ama oda çare olamadı sıkıntılarımıza hala vakit yok bir şeylere,
çare olamıyor sıkıntılarımıza.