27 Mayıs 2011 Cuma

Sihir


Uzun zamandır her yerde yankılanan şu matkap, keser ve muhtelif
makine sesleri dünyanın en güzel kuş seslerine,
sabahtan beri trafikte bekleyen şu araçlar da masmavi göl sularında
yüzen en güzel kuğulara dönüşsün mesela...

Duraklama Dönemi

Yazılar bitti...
Duraklama dönemine girdi blog...

26 Mayıs 2011 Perşembe

Şu Süpürgeyi Görüyor musun?

Bir zamanlar ev hanımlarının en büyük yardımcısı, gözü gibi baktığı,
her daim elinin altında olan tel süpürgeler vardı.
Yeri geldiğinde tüm evi temizleyen, yeri geldiğinde en ulaşılmaz yerlere,
tahta tavanlara uzatılan, tüm evi baştan sona tozuta tozuta süpüren ve
en önemlisi de yeri geldiğinde yaramazlık yapan çocuğa fırlatılan süpürgeler...
Ev hanımları bu süpürgeleri ya sokak satıcısından ya da pazardan alırlardı.
Tezgâhın önünde durulur en iyisi en sık örüleni seçilene kadar tüm süpürgeler tek tek elden geçirilirdi.
 Ev hanımları yüzlerinde ciddi bir ifade ile birini bırakıp birini alır,
elinde şöyle bir sallar tartar, sapının sağlamlığını, eline uyumluğunu kontrol ederlerdi.
Yeni alınan süpürgelerin tellerinin arasında yoğun bir şekilde süpürge tohumu olur, süpürürken tüm eve baştan aşağı dökülür,
çoğu zaman halı kilim arasına girer inatla orda kalırdı.
Yine yeni alınan süpürgenin istenilen şekle girmesi için uzun bir süre kullanılması ve zaman geçmesi gerekirdi. Çünkü yeni alınan süpürgeler ağır ve telleri çok geniş olurdu. Biraz zaman geçince süpürge telleri kurur, tüm hotumlar dökülür ve siliş yönüne göre süpürge şekil alınca daha kullanışlı ve hafif olur, eli yormazdı.
Ev hanımları bu en iyi yardımcılarını o kadar benimserlerdi ki bazen kapı önüne, bahçeye, bazen çalan zile, bazen çalan telefona bile farkında olmadan ellerinde o süpürge ile giderlerdi.
Eskiyen iyiden iyiye kuruyan bu defa da telleri her yere dökülen süpürgeler
evdeki yerini yeni süpürgeye bırakarak, bahçeyi, kapı önünü, merdivenleri
silmek için dışarı çıkartılırdı.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Yarın Okul Yok

Yarın okulun olmaması demek;
Akşam istediğin saatte kadar oturabilmen, 
ödevlerini bir sonraki güne bırakabilmen ve
en önemlisi de okul çıkışı forman ile sokakta sek sek oynayabilmen demek.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Hangi Kuşak

Hangi dönemin, hangi kuşağın çocuğusunuz?
Pembe Panter, Şirinler, Red Kit, Ninja Kaplumbağalar izleyerek büyüyen mi?
Sokakta misket, körebe oynayarak büyüyen mi?
Cin Ali, Kemalettin Tuğcu, Ömer Seyfettin okuyan mı?
Dolma kalemle dönem ödevi yazan, güzel yazı defteri ve mürekkep hokkası, 
çoğu zaman elinde mürekkep lekesi olan mı?
Çantasında coğrafya atlası, sarı renk İngilizce sözlük ile gezen,
kitaplarını Taş Devri kahramanlarının resimli kaplıkları ile kaplayan mı?
Bakkaldan küçük paketler içinde renk renk kuşlokumları,
leblebi tozları, bonibon şeker,  tipitip sakız,
baharda okul önlerinde satılan ekmek ayvasından, erikten alan mı?
Yoksa kantinde simit, gazoz kuyruğuna giren mi?

17 Mayıs 2011 Salı

Acelem Var

Kuşlar daha bir hızlı kanat çırpıyor, bir o ağaca bir bu ağaca konup uçuyorlar.
Rüzgâr ağaçların dallarında yapraklarında esip geçiyor,
arabalar son sürat yolda ilerliyor, biri geliyor biri geçiyor.
Gökyüzü açık, bembeyaz bulutlar sürekli yer değiştiriyor türlü şekillere giriyorlar.
Herkesin bir acelesi var...
Sadece ben sakin sakin oturuyorum burada, elimde çayım.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Bahar Ne Demek?

Bahar,
sabah kuş sesleri, bahçelerde renk renk çiçekler,
bir o kadar renk renk kıyafetler, sabah esen serin temiz rüzgâr,
daha sabahın ilk saatlerinde okul çocuklarının salıncaklarda
sallanması demek...

12 Mayıs 2011 Perşembe

Hayal Gücü


Şuan elimde yemeğe çalıştığım kupkuru e.ti.mek sobada kızarmış sıcacık bir
köy ekmeği olabilir mesela.
Üzerine tereyağı, bal sürmüş yanında tazecik bir çayla içiyor olabilirim...
Biraz sonra kahvaltımı bitirip, çiseleyen yağmurda yürüyüşe çıkabilirim...

10 Mayıs 2011 Salı

Tek Dert

Bir zamanlar tek derdimiz;
Boş arsalarda havalandırdığımız, bazen iplerine bazen elektrik tellerine
dolanan renk renk uçurtmalar...
Arkadaşımızdan yuttuğumuz misketler...
Ansızın elimizden kaçan peşinden bakakaldığımız balonlar...
Gece düşlerimizi süsleyen bayramlık ayakkabılar...
Sokakta peşinden koştuğumuz pamuk şeker satıcıları...
Arkadaşımızda görüp beğendiğimiz bende isterim diye tutturduğumuz
kalemler, kaplıklar...
Ekmekten kalan para üstü ile aldığımız leblebi tozları, lolipoplar, sakızlar...
Akşam okul çıkışı yetişmek için nefes nefese kaldığımız çizgi filmlerdi...


6 Mayıs 2011 Cuma

Boncuk

                                                             Foto

Yağmur o kadar sakin yağıyor ki...
Damlacıkların hepsi ipe dizilmiş boncuk gibi camda duruyorlar.


Odun Ateşi

Yıllar önce yani bugün ki gibi makinelerinin olmadığı zamanlarda,
annemler su ısıtıp çamaşır yıkamak için ateş yakarlardı.
Önce bir kaç çalı veya odun parçası ile ateş tutuşturulur,
tutuşmaya başlayınca dumanı rüzgârın yönüne göre bu tarafa bir o tarafa tüter,
sonra odunlar iyice kor olunca yavaş yavaş yanmaya devam ederdi.
Ben o odun ateşinin kokusunu çok severdim,
üstümün kokmasına aldırmadan önünde durup ateşi seyrederdim.
Çamaşır günü bir komşu ile sabah erkenden kalkılır,
kim bilir kaçıncı kez kullanılıp temizlenen hafif isli kazan ateşin üstüne
konulur ve kahvaltıya kadar ısınması beklenirdi.
Bu arada zaten sıcak olan su hemen ısınır, hatta kaynamaya bile başlardı.
Sonra büyük bir leğende sırasıyla önce beyazlar, sonra renklerine göre
diğer çamaşırlar özenle yıkanır, yakıcı yaz güneşinde kurumaya bırakılırdı.
Nedendir bilmem ya deterjandan, ya sudan ya da yaz güneşinden
o çamaşırlar bembeyaz olur, çamaşır ipinde temizlik timsali olarak sallanırlardı. 
Annemler bazen gülerek, bazen sohbetle dalarak,
bazen de inatçı bir lekeyi çıkarmak için konuşmayı unutarak yıkarda yıkarlardı.
Bende eğer hafta sonuna denk gelmişse onları izler,
nasıl bu kadar sabırlı olduklarını ve yorulmadıklarını düşünür
kah dirseklerine kadar çıkan, kah üstlerine sıçrayan,
kah leğenden taşan köpüklere dalar giderdim.
O ateş başında bir yandan çaylar içilir, bir yandan komşular ağırlanır,
bir yandan da yanan ateş geçmesin diye ara ara göz atılırdı.
Sonra kazan iyice is tutar, çamaşırların biri kurutulup biri asılır,
yakacak odun biter, ateş ‘geçmeye’ başlar ve çamaşır yıkama işi de burada biter, annemler de çoktan başka bir işe koyululardı bile.
Onlar gittikten sonra ateş bize kalır, bu defa da sabahtan beri sabırsızlıkla
beklediğimiz patatesler ortaya çıkar ve közlenmeye başlardı.
Biz nedense annemler kadar sabırlı olamazdık,
patatesler biran önce pişsin diye aklımızca ateşi daha çok alevlendirir,
bazen oyuna, televizyona dalar patatesleri yakardık.
Sonra ellerimiz, ağzımız patates isine bulana bulana o yarı çiğ,
yarı yanmış patatesleri aceleyle yer yine oyuna veya televizyonun başına koşardık.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Cesaretsiz


Cesaretsiz biri için yeni başlangıçlar, yeni adımlar, değişen düzenler...
Ne kadar da zor.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Saçlar Ya Örülecek Ya Kesilecek


Benim suçum yok, öğrencilik ile ilgili bir şeyler yazınca devamı
çorap söküğü gibi geldi.
Özellikle biz kız öğrencilerin için bitmez bir çilesiydi saç konusu.
Saçlar ya iki yandan ayrılarak örülecek, ya da tek örgü yapılacaktı.
Rengi bile okul yönetimi tarafından kararlaştırılan siyah bir toka ile tutturulacak,
gün içinde bozulursa düzeltilecekti.
Atkuyruğu yapmak hele de açık bırakmak söz konusu bile olamazdı.
Olurda asi biri çıkıp buna cesaret ederse ya velisi okula çağrılır,
ya da en sert şekilde tüm sıranın önünde uyarılırdı.
Tüm bu baskılardan bıkıp saçlarını kısacık kestirenler ve
böylece rahat edeceğini sananlar yine de kurtulamazdı.
Onlarında arkalarından mutlaka bir defa öğretmen
‘saçlar ya örülecek ya da kesilecek’ diye bağırırdı.


Yağmur

Dışarda yağmur var, hava kapalı...
Yani tam uyku havası, hele de uykudan gözlerim kapanırken.

Kara Tahta

Anlaşıldı, bugün yazılar öğrencilik üzerine...
Bir önce ki yazıda kara tahta kara tahta diye o kadar bahsetmişken
onun hakkında da bir şeyler yazmasak olmaz.
Eğitimin simgesi kara tahta...
Sınıfın en güzel yerine, tüm meraklı gözler tarafından en iyi şekilde
görülebilecek yere asılan,
bazı derslerde bir tek nokta bile yazılmazken, bazı derslerde ise kim bilir kaç defa yazılıp yazılıp silinen, üstüne bazen en zor formüller, bazen şiirler,
bazen anlaşılmaz rakamlar, bazen şekiller çizilen,
en ulaşılmaz yerine dersin adının, tarihin yazıldığı, konuşanların ilan edildiği, teneffüslerde çiçeklerin, resimlerim yapıldığı,
 ilanı aşkların edildiği kara tahta... 
Bazen sözlüye öğretmenin tehdide benzer ses tonuyla 'tahtaya gel' 
diye kaldırıldığımız, bazen önünde;
ibret için tek ayak üstünde bekletildiğimiz,
bazen ezberlediğimiz şiirleri okunduğumuz kara tahta.

Nöbetçi Öğrenci


Benim öğrencilik yıllarımda ortaokul ve lisede nöbetçi öğrenci
uygulaması vardı.
Sınıf nöbetçileri o gün sınıfın düzeninden, kara tahtanın temizliğinden,
sınıf defterinin getirilmesinden, nöbetçi öğretmenden tebeşir almaktan,
eğer derste bir şey lazım olursa onu temin etmekten sorumluydu.
O gün nöbetçi olan öğrenci teneffüslerde dışarı çıkmaz sınıfta kalırdı.
Genellikle iki kişi olan sınıf nöbetçilerinden biri mutlaka tüm işi diğerinin
üstüne yıkardı.
Tüm teneffüslerde tahtayı temizleyen, tebeşir tozuna bulanan,
tam öğretmen kara tahtının başında ders anlatırken biten tebeşirden,
öğretmenin imzalamak için arayıp bulamadığı defterden sorumlu tutulan
azarı işiten nedense hep o olurdu.
Sınıf nöbetçileri listeye de ki numara sırasına göre nöbetçi olurlar,
bu sırayı yine öğrenciler takip ederlerdi.
Hatta ilk nöbet uygulamasından başlayarak numara sırasına göre
kabataslak bir el hesabı yapılır, herkes kendine göre nöbetçi olacağı
günü hesaplardı.
Ama bazen beklenmedik bir aksama olur ya bir kişi gelmez sırayı aksatır,
ya beklenmedik bir tatil girer araya o zaman tüm hesaplar birbirine karışırdı.
Yine bu önceden yapılan hesaplarda sevilen bir arkadaşla denk
gelinmişse keyiflenilir, yok eğer istenmeyen biri ise dudak bükülür,
işte o hesapları bir birine katan karışıklık için dua edilirdi.

3 Mayıs 2011 Salı

Zaman Demir Atsın

Önümüzde ki şu birkaç saat, birkaç gün benim için çok önemli.
Zaman yavaş yol alsın demir atsın biraz.

Yazık


Hatırlanması gereken o kadar çok anı var ki,
geçmişe dair o kadar çok ayrıntı.
Unutulup giderlerse yazık olur.
Hepsini tek tek yazmalı, hayat vermeli yeniden.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Sürpriz

                                         
                                                           Foto

En güzel sürpriz;
hiç beklemediğin bir anda, plansız programsız bir dost yüzün
aniden karşına çıkmasıdır.