30 Aralık 2011 Cuma

Tamamen İçgüdüsel

Şehrin ortasında, evlerden birinin bahçesinde beslenen bir horoz düşünün...
İşte bu sözünü ettiğim zavallı horoz sabah erkenden başlıyor ötmeye.
Araç gürültüleri, uzaktan gelen ambulans sirenleri ve apartmanlar arasında
nasılda tezat duruyor aslında değil mi?
Onun öttüğü sabahlarda insanların birçoğu son model telefonlarında çalan
son zamanların modası melodilerle çoktan uyanmış oluyorlar,
birçoğu da yine son model telefonlarının alarmına güvenerek daha derin uykularda.
Zavallı horozun yarım yamalak ötüşünü duyan bile yok

29 Aralık 2011 Perşembe

Gurur

Para, para, para...
Para olmayınca insan gururda yapamıyor,
çekip kapıyı çıkamıyor...

27 Aralık 2011 Salı

Aile Bağları

Sobalı evlerde tüm aile sobanın yandığı odada veya salonda oturur,
herkes mecburen bir arada vakit geçirirdi.
Dersler orada yapılır, televizyon izlenir, yemek sobanın başında yenilirdi.
Küçük bebek beşiğinde o odada uyutulur.
Sık sık gürültü yapılan çocuklar uyarılırdı.
O çocuk seslerinin, televizyonun gürültüsünün içinde
babaanne veya dede orda namaz kılmaya çalışır,
her selamda çocukların yüzüne dik dik bakardı...
Kışın misafir bile orda ağırlanır, çamaşırlar sobanın demirinde kurutulur,
öğrenciler mendillerini ve beyaz, kenarları sararmış yakalıklarını soba borusunda ütülerdi.
Bazen sobanın üzerinden kestane pişirilir, bazen mısır patlatılırdı.
Sobanın üzerinde kaynayan sudan çaylar demlenir, hep beraber içilir,
televizyon kanalları tek tek dolaşılarak herkesin izleyebileceği bir film aranır.
Kumanda evin büyüğünde dururdu.
Şimdi günümüzde kalorifer ile ısınan evlerde herkesin aynı odada olması çok zor.
Anne mutfakta bulaşık yıkarken veya yemek yaparken bir yandan da televizyon izliyor.
Baba salonda daha büyük televizyonda maç izliyor,
çocuklar kendi odalarında ya dizi izliyor, ya da bilgisayar başında.
Bebek evin en kuytu ve sessiz odasında uyuyor...
Akşamlar evde ki o kısıtlı zamanlarda bir yabancı gibi ayrı odalarda geçiriliyor.

26 Aralık 2011 Pazartesi

İlk Kar

                                                                 Foto; Netten

Kısmette bu senenin ilk kar yağışında yürümekte varmış...
Bu kar yağışı hafta içine gelseydi ve ben işyerindeki masamdan izlemek
zorunda kalsaydım çok üzülürdüm doğrusu.

23 Aralık 2011 Cuma

Yürümek


                                                                            Foto

Bir gün, güneşin ufka değdiği yere kadar yürümek gerek...

22 Aralık 2011 Perşembe

Sobanın Arkası

Sobalı evlerde yaşamış olanlar bilir,
evin en güzel ve en iyi ısınan yeri sobanın arkasıdır.
Özellikle soğuk, karlı kış günlerinde...
Ben ortaokulda okurken bir dönem tam gün gidiyordum okula.
Öğleden sonra saat üç buçuk gibi okuldan çıkar eve gelirdim.
Özellikle kış günlerdi yolda gelirken çok üşümüş olurdum ve
gelir gelmez üstümü değiştirir,
hemen sobanın arkasında ki yerime otururdum.
Orası o kadar sıcak olurdu ki günün geri kalan kısmında yemeğimi orada yer,
ders çalışır, kitap okurdum...
O zamanlar seronomi haline getirdiğim bir diğer şey ise,
evimize düzenli olarak, günlük alınan gazeteyi okumak ve bulmacasını çözmekti.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Beni Ben Bilirim

İnsanı en iyi kendi anlar, en iyi kendi bilir.
İçinde gizli saklı kalan, kuytulara sakladığı sırları en iyi kendi bilir.
En iyi kendine itiraf eder, pişmanlıklarını, korkularını...
En iyi kendi bilir içindeki yaraları.
Yine en iyi kendi iyileştirir kendini,
derman olur kendine...

20 Aralık 2011 Salı

Penceremden Canlı Anlatım

Bu saatler akşamüzeri burda...
Hava yavaş yavaş kararmaya başladı.
Güneşin son ışıkları karşıdaki fabrikanın duvarını aydınlatır.
Benim olduğum taraf daha gölge ve karanlık.
Hava bulutlu, bazı yerlerde daha gri bulutlar var.
Bunları yazarken güneşin son ışıkları fabrikanın duvarlarında değil artık.
Daha yüksekleri, karşı dağdaki evlerin pencerelerini aydınlatıyor şimdi.
Yoldaki trafik daha bir sıklaştı sanki...
Bu saatlerde bazı fabrikalarda vardiyalar bitti bile,
trafikte servisler daha çok sanki.
Ortalık sessizleşti, arabaların gürültüleri daha çok duyuluyor.
Her zaman martıların, serçelerin, güvercinlerin
sıra sıra dizili olduğu elektrik direkleri boş.
Ben yazıyı tamamlayana kadar hava iyice karardı,
sokak lambaları, evlerin ışıkları yandı
Bu saatler herkesin evine gitme saatleri...

Yüreğimin Yarısı

Yüreğimin bir yarısı hep çocuk kalmak istiyor...
Diğer yarısı büyümek, hep daha güçlü olmak istiyor.
Yüreğimin bir yarısı hep geçmişte, güzel günlerde,
hep orda kalmak istiyor...
Diğer yarısı geleceğe,daha güzel günlere yürümek istiyor.
Yüreğimin bir yarısı hep ümitsiz, karamsar...
Diğer yarısı hep en iyisini düşünüyor, yarınlara umutla bakıyor...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Mutluluk

Anlık mutluluklarımızın, sevinçlerimiz, heveslerimizin hiç biri uzun süre kalıcı olamıyor.
Hayatın getirdikleri ve bizim ondan beklediklerimiz zamanın şartlarına göre
sürekli değişiyor.
Bugün bizi çok çok mutlu eden bir şey,
bir gün sonra sıkıntı verebiliyor ya da sıradan bir olay olabiliyor.
Çok beğenerek aldığımız kazağın heyecanı bir sonrakini görene kadar devam ediyor.
Ya da gömleğimizin rengi solana kadar
ya da aynı çantayı başka birinde görene kadar,
çok beğenerek aldığımız tişörtümüz küçülene kadar...
Böyle devam ediyor anlık mutluluklarımız.
Sonra biz kalıyoruz boşluklar içinde.   

Ruhumda Hüzün Var

Yeni bir hafta...
Bir yanda sonbahar yağmuru, bir yanda sararmış yapraklar,
bir yanda sonbahar hüznü...  

16 Aralık 2011 Cuma

Öğrendim

Sensiz günlerde yaşamayı öğrendim yavaş yavaş...

Şarkı

İnsanın hayatında bir tane şarkısı olmalı ...
Ara ara diline dolanan, hiç olmadık zamanlarda aklına gelen bir şarkısı.
Bazen sözlerini karıştırdığı, yarım yamalak hatırladığı,
bazen efkârlı, bazen neşeli söylediği
ama sözlerinde kendini bulduğu bir şarkısı...

Sabah Oldu

                                                                 Foto: Reuters


Yeni bir gün, yeni bir umut...
Kimi okuluna gitti, kimi işine, kimi hala uyuyor...
Kiminde sınav, kiminde yeni bir iş heyecanı,
kiminde evde olmanın sıkıntısı.
Kimi hastane yollarında,
kimi pazarda tezgâhını,
kimi dükkânını açıyor.
Kimi ekmeğinin derdinde.
Kimi yolculuğu çıkıyor,
kimi eve dönüş heyecanında.
Kimi önemli kararlar arifesinde,
kimi bu yeni güne ümit bağladı.
Bir yerlerde sabah oldu...
Herkes yeni bir umut peşinde.

15 Aralık 2011 Perşembe

Pembe Panter



Çocukken köydeki diğer çocukların aksine
benim birkaç tane oyuncağım vardı.
Bunlardan bir tanesi de Pembe Panter oyuncağımdı.
Onu türlü muziplikler için kullanır,
elimden düşürmezdim.
Çok sonra televizyonla tanışınca,
bu defa kendisini kanlı canlı birebir ekranda görünce
daha çok sever olmuştum.
Köyden taşındığımız ilk yıllarda, henüz ilkokula giderken
sabahları erkenden kalkar,
önce Pembe Panter çizgi filmini izler,
daha sonra okula gitmek için hazırlanırdım.
Aslında o çizgi filmin gitmesini hiç istemezdim.
Çünkü filmin bitmesi demek benim okul saatimin gelmesi demekti,
ve ben okula gitmek istemezdim...
Yalnız yürüdüm okul yollarında ise Pembe Panter bana arkadaş olurdu.
Ben o yolları, bilmediğim sokakları onunla beraber yürürdüm...

Merak



Dün otobüs durağında minicik ayakkabısını düşüren, minicik ayaklı bebek...
Çok merak ediyorum o ayakkabını bulabildin mi acaba.
Bugün baktım, dün olurda geri gelir ararsınız diye koyduğumuz yerde yoktu
o minicik ayakkabın.
Kim bilir belki yine senin minik ayağındadır o ayakkabı... 

14 Aralık 2011 Çarşamba

Kitap

İlk okuduğum kitaplar birçok kişi gibi Cin Ali serisinden kitaplardı.
Okumayı öğrenince öğretmenimiz söylemiş,
babam da hemen ertesi gün ilçeden alıp getirmişti.
Babamın onları getirdiği gün hala aklımdadır.
Uzun bir süre çok severek okumuştum...
Ama bir zaman sonra bana yetmemeye başlamışlardı.
Ders kitaplarımda ise sadece çizgiler vardı.
Ama abilerimin kitapları daha ilginçti, kısa kısa hikâyeler, şiirler,
resimler vardı sayfalarında.
Onları okumak daha güzeldi.
Sonra biraz daha büyüyünce ders kitapları da yetmez olmuştu.
Bu defa abilerim bana sadece hikâye, roman kitapları,
ben de ilkokuldaki küçük kitap dolabımızdan kitaplar almaya başlamıştım.
Ortaokulda ve lisenin ilk yıllarında ise birçok klasiği bitirmiştim.
Lisede son yılda, hem dersler, hem staj, hem sınav hazırlığı sırasında
kitap okuyamaz olmuştum.
Üniversitede ise kütüphaneden aldığım kitapları,
eve gidemediğim hafta sonlarında okur,
onlarla oyalanırdım.
Şimdilerde ise çok fazla okuduğum söylenemez,
hatta eski ile karşılaştırıldığında hiç okumuyorum bile denilebilir.
Ama ara sıra eski bir arkadaşla karşılaşıp da, eskilerden söz eder gibi
en sevdiğim kitapları ara ara elime alıp,
aklımda kalan sayfalarından en sevdiğim bölümleri okuyorum...
O kadar.

Dağınıklık İçinde Bir Düzen

Ben doğal olmayan bir düzeni sevmiyorum.
Mesela çalışma masamın haddinden fazla derli toplu olmasını,
yada oturduğum odanın çok fazla düzenli olması sıkıyor beni,
rahatsız ediyor.
Bana göre o mekânlar yaşamıyor.
Ben o evde, odada veya çalışma masasında insanların bıraktığı izleri seviyorum.
Masada klavyenin hemen yanında duran bardağımı
veya konuşup da kapattığım yamuk duran telefonumu
bilerek düzeltmiyorum mesela, o izleri silmek istemiyorum.
Mesela bahçeme belirli bir düzenle bir şeyleri ekmeyi sevmiyorum.
Tek bir çizgide, bakınca bir düzen içinde olsunlar diye uğraşmıyorum.
Bu bana doğal ve sıcak gelmiyor çünkü.
Bilerek hiç alakasız yerlere, hiç alakasız şeyler ekiyorum.
böylesi ise çok daha doğal ve sıradan geliyor.

13 Aralık 2011 Salı

Yarım Yamalak

Sana söylemek istediğim sözleri, zamanında yarım bırakmamış olsaydım
şimdi bu kadar pişmanlık duymayacaktım.

Duvar

                                                            Foto: Atlas Dergisi
Bu katı, kendimden emin duruşuma, sabrıma aldananlar ne kadar da
güçlü olduğumu düşünüyor.
Oysa kalın duvarlar ördüm, kimse içimi bilmiyor...

Hayal Kırıklığı

Köyümden bu kadar söz etmeme,
onu çok özlememe rağmen bir kere bile gitmedim görmeye bir kere...
Yıllar evvel çıktım,
bir daha da hiç gitmedim.
Gidersem gelemem diye korktum,
bir daha ayrılamam diye...
Yıllar sonra bir özlemle gidip, hayal kırıklıklarıyla dönenlerden korktum...
Yüzlerindeki o ifadeden bir de...
Ve galiba en önemlisi hayal kırıklığından korktum.
Belki de bu yazımda anlattığım gerçeklerle yüzleşmekten. 

12 Aralık 2011 Pazartesi

Her Şey Aynı

Uzun yıllardan sonra ilk defa okulumun önünden geçtim.
Hem de aynı akşam karanlığında...
Okulun tüm ışıkları yanıyordu, karanlık mahalleye inat her sınıfı ışıl ışıldı.
Ben o yıllarda okula öğlen gider, akşam karanlığında çıkardım.
Son teneffüsten sonra hava henüz aydınlıkken girdiğimiz okulumuzdan,
son dersle beraber karanlıkta çıkardık.
Biz henüz sınıftayken son dersin bıkkınlığı ve sabırsızlığı varken,
evlerin ışıkları tek tek yanmaya, sokak lambaları köşe başlarını aydınlatmaya başlardı.
Biz son ders zili ile beraber sınıftan çıkar,
loş koridorlarda ve merdivenlerden düşmeden inmeye çalışır,
karanlık bahçeye ve bir o kadar sokağa çıkar belediye otobüsünün gelmesini beklerdik.
Özellikle kış günlerinde o saatler geçmez bilmez,
evi yakın olanlar veya yürüyerek gidenler tek tek azalır,
o karanlık, soba dumanı kokan sokakta tek sokak lambasının altında
biz otobüsü bekleyen birkaç kişi kalırdık
Çoğu zaman otobüsü beklerken okulun yanındaki tek
ama her zaman açık kırtasiyeden eksiklerimizi alır,
orda oyalanırdık.
İşte o zamanlar o saatte açık olan,
tek katlı, her zaman lambaları ışıl ışıl yanan kırtasiye yıllar geçmiş hala orda duruyordu.
Lambaları yine ışıl ışıldı...
O karanlık sokaklar,
o evler,
her önünden geçtiğimizde arkadaşımın korkarak yolunu değiştirdiği
o eski ahşap, ıssız ev...
Her şey aynıydı.
Sadece o sokak lambasının altında otobüs bekleyen öğrenciler yoktu.


8 Aralık 2011 Perşembe

Fırın

Köyde kadınlar ekmeklerini evlerde yaparlardı.
Dışarıdan ekmek almak diye bir alışkanlık yoktu.
Çünkü ancak ilçede ekmek satılırdı ve her gün ilçeye gitmek zordu.
İlçeye gidildiğinde ise fırınlardan yükselen o dayanılmaz kokuya
insanlar kayıtsız kalamazdı ve o beyaz ‘şehir’ ekmeğini alırlardı.
Özellikle biz çocuklar sabırsızlıkla beklerdik o ekmeği...
Yazın ekmeği saklamak zor olduğu için günlük pişirilmeye özen gösterilirdi.
Kışın ise bir hafta yetecek kadar pişirilir ve bayatlamadan uzun süre saklanırdı.
Tek seferde bu kadar ekmeği pişirmek çok zor ve uğraş gerektiren bir işti.
Bu yüzden köyün kadınları özellikle yakın komşu ve akrabalar
bu işi imece usulü yaparlardı.
Ekmek köyde yalnızca birkaç evde bulunan büyük ekmek fırınlarda pişirilirdi.
Bu yüzden haftanın belirli günlerinde büyük fırın yakılır,
sabah erkenden hamurunu hazırlamış kadınlarda gelir, herkes sıraya girerdi.
Sırasını bekleyenler kendilerinden öncekilere yardım eder,
ya hamur açar, ya ekmeği pişirir, ya da fırına odun atar
ama illaki imecelik gereği bir iş yaparlardı.
Fırın eğer her yerin kar kaplı olduğu,
tipinin inceden inceye yağdığı bir günde yakılmışsa çok güzel olurdu.
Fırının olduğu oda sıcacık olur, odanın tavanındaki pencereden sızan loş ışıkta
etrafa uçuşan un taneleri süzülür, etrafa yeni pişmiş ekmek ve odun ateşinin kokusu yayılırdı.
Arada çaylar demlenir, ekmekler taze tereyağı ile yağlanır,
tazen peynirlerle sofralar kurulurdu.
Odun ateşinden patatesler pişirilirdi...
Sonra ekmek leğenleri tek tek boşalır,
herkesin hamuru biter,
etraf toplanır, silinir,
bir daha ki buluşmaya hazır bırakılırdı.

7 Aralık 2011 Çarşamba

En Az Beş Karakter

Günümüz internet ve teknoloji çağı malum.
Tüm işlemlerimiz,  haberleşmelerimiz, ödemelerimiz
bu teknolojinin getirmiş olduğu kolaylıklar sayesinde daha pratik ve çabuk.
Ama şu var ki daha stresli ve karışık da.
Özellikle bu işlemlerde kullanacağımız şifre belirleme işi:
Güvenli bir kullanım için dikkat edilmesi gereken noktalar
her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.
Mesela sık sık şifre değiştirmek, her yer için farklı bir şifre belirlemek,
şifreyi başkaları ile paylaşmamak, bir yere yazmamak...
Bu böyle uzar gider.
Ve tabi bunları yeri geldiğinde, doğru bir şekilde hatırlayabilmek...
İşte en önemlisi bu.
Bankamatik, kredi kartı, internet bankacılığı şifrelerimiz,
maillerimizin adresleri, şifreleri,
üye olduğumuz çeşitli formların şifreleri,
E-Devlet şifremiz...
Hemen hepsini ezberlememiz ve güvenlik açısından 
sık sık değiştirmemiz gerekiyor.
Artık hiç bir siteye kendimizi tanıtmadan,
sanalda olsa bir kimlik edinmeden,
şifre belirlemeden giremiyoruz.  

6 Aralık 2011 Salı

Geçmiş

Seni, hala dili geçmiş zamanlarda kullanamıyorum.

Akşam

Yine bir akşam hüznüne kapıldım gittim...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Korku

Gerçekleri düşünmekten korkar oldum...

Lamba Işığı

                                                              Foto; Netten


Güneş yavaş yavaş köyün üstünden çekilmeye başlayınca,
evlerde de akşam için hazırlıklar başlardı.
Gün boyu ya tarladaki işlere yada evin diğer işlerine dalıp giden ev kadınları
bu defa  bir yandan yemekleri pişirir, bir yandan soba yakar, süt sağardı...
Ve bunların içinde şüphesiz en önemli ve itina isteyen iş gaz lambasını temizlerdi.
Bir önceki gece boyunca yanan gaz lambasının camı isten kapkara olur,
 bir sonraki gün kullanılamaz hale gelirdi.
Evin annesi, her akşamüstü gün ışığının son kızıllığında
lambanın camını eline alır, dikkat ve itinayla yavaş yavaş silmeye başlardı.
Lambanın camını silmek önemli bir işti.
Öyle herkese emanet edilmezdi.
Camın is lekesini çıkarmak, parlatmak maharet ve sabır gerektirirdi.
Kadınlar kendince buldukları formülleri bir sır gibi
kulaktan kulağa fısıldarlar, hemen herkes bu kolay formülleri denerdi.
Lambaya o kadar önem verilir ve dikkat edilirdi ki
odanın en güzel duvarın asılır, hemen her odada lambayı asmak için
sağlam bir çivi bulunurdu.
Hatta kadınlar en güzel örtüleri örüp, süsleyip öyle asarlardı duvara.
Adeta tüm gece yanmasının ödülü gibi...
Özellikle uzun kış gecelerinde yemek yenilip, çay içildikten sonra herkes
yavaş yavaş lambanın etrafında toplanmaya başlardı.
Nakış yapan anne veya ders çalışan çocuk,
gözü daha az gören dede ışığa en yakın divana otururdu.
Odanın geri kalan kısmı biraz daha loş olur,
özellikle kireç badanalı duvarlar lamba ışığında ki gölge
oyunlarına perde olurdu.