29 Haziran 2012 Cuma

Ev Hali



Köydeyken babam çok uzakta çalışırdı
Bazı hafta sonları gelebilirdi eve sadece.
biz annem ve abilerim ile evde çoğu zaman yalnız kalırdık.
Zavallı annem bir yandan evi bir yandan da bizi idare etmeye çalışırdı.
Böyle günlerde abilerim yaz kış dinlemez mutlaka dışarıda vakit geçirirler 
kış ise kızakları ile köyü baştan aşağı turlarlar,
yazsa bağda bahçede ama mutlaka bir yaramazlık peşinde olurlardı.
Ben ise annemle evde kalır, onunla vakit geçirirdim.
Yemek yaparken, çamaşır yıkarken, tavukları yemlerken ya da elişi yaparken
hep yanı başındaydım.
Bazen soğuk kış günlerinde sobanın başında radyo dinler, 
bazen dikiş diker,
bazen kanaviçe işler,
bazen misafir ağırlardık...
Annemin geleni gideni çok olurdu.
Çeyiz yapan genç kızlar kanaviçe, boncuk oyası öğrenmek için,
kazak örenler desen çıkarmak için,
dantel örenler yapamadıkları örnekler için,
kendine etek dikecek olanlar kalıp çıkarmak ve diktirmek için uğrarlardı.
Evimiz hiç boş kalmazdı,
evdeki işlerden sıkılan
veya su getirmeye giden gelinler geçerken şöyle bir annem uğrar soluklanır,
sohbet eder yoluna devam ederdi.
O zaman günler bizim evde farklı bir havada, farklı bir desende,
farklı bir renkte geçerdi.
Bazen bir hevesle yeni örneklere bizim evde başlanılır,
bazen çeyizin son parçası bizim evde bitirilir,
bazen yıllar evvel hediye gelen kumaş, bizim evde etek olup üste giyilirdi.
Yüzler değişir,
o renkler, heyecanlar aynı kalırdı hep.

Mahalle Kültürü

Herkesin birbirini tanıdığı,
müstakil evlerden oluşan,
insanların geçerken bahçe kapısından hal hatır sorduğu,
hala çocukların gece yarılarına kadar oynadığı,
hasta olan komşuya ziyarete gidilen,
hala bayramlarda çocukların şeker topladığı
ve en iyi domatesin hangi markette satıldığının komşuya haber verildiği
bir mahalle yaşıyorum..
Şükürler olsun ki tüm olumsuzluklara rağmen hala böyle bir mahalle var...

27 Haziran 2012 Çarşamba

Sohbet

Kendimle konuşmalarımı bitirince, sizinle de konuşurum...

25 Haziran 2012 Pazartesi

Sevgi Göstergesi


Köydeki çocuklar sevildiklerini şehre gidince kendilerine getirilen
‘beyaz şehir ekmeğinden’
bir de yeni doğan buzağılara isimlerinin verilmesinden anlarlardı sadece...

22 Haziran 2012 Cuma

Yağmur Sonrası

Köyde yağmur yağmaya başladı mı önce tarlada ki başakların sonrada toprağın
kokusu yayılırdı ortalığa...
Yağmur nedeniyle işlerine ara vermiş büyükler,
yağmurun bitmesini bekler yapacağı bir sonraki işleri kurarlardı kafalarında sabırsızlıkla.
Biz çocuklar ise tamamen başka hayallerde bazen gizlice yağmura çıkıp ıslanır,
bazen bir kuytuda veya saçak altında yağmurun geçmesini beklerdik yine oraya
sığınmış kedi köpeklerle beraber ve yine kendimize has sabırsızlığımızla...
Yağmur dindi mi arkasından masmavi bulutlar ve mutlaka bir gökkuşağı
süslerdi yağmurla yıkanmış gökyüzünü.
Büyükler işlerine kaldığı yerden devam ederken,
biz çocuklar da daha çayırda yağmur çiselerinin ıslaklığı dururken,
üzerinde koşup oynamaya başlardık bile paçalarımızı ıslata ıslata,
çamurda düşe kalka...
Ben bu yağmur sonralarında en çok taşların üzerinde kalan duru sularla oynamayı severdim.
Tertemiz olurdu bu su, dupduru.
Her yaz yağmurundan sonra mutlaka çayırı dolaşır,
yaz güneşi ile bir yarış halinde taşlar kurumadan üzerlerinde birikmiş bu sularla oynardım.
 

21 Haziran 2012 Perşembe

Gurbet Ağır Geldi Yüreğine

Tam yirmi sekiz yıl olmuştu köyünden ayrılalı,
tam yirmi sekiz yıl olmuştu bu gurbeti yurt bileli.
Tam yirmi sekiz yıl sonra, çektiği bu hasretlik yetmezmiş gibi
bir daha ayrıldı o ikinci yurt bildiği yerlerden de.
Oysa tam yeni benimsemişti orayı,
gözleri alışmıştı insanlarına.
Tam yirmi sekiz yıldır uyandığı sabahlara alışmıştı.
Şimdi bu da yetmezmiş gibi birileri artık burası da değil senin yurdun demişti.
Bu da yetmezmiş gibi bu yaştan sonra içinde sıkıntılar,
korkular başka sokakları mı öğrenecekti?
Başka bakkalın, başka caminin, cami dönüşlerinde kaybolmamak için
başka evin yolunu mu öğrenecekti?
Tam da yirmi sekiz yıl sonra...
Oysa tam yeni benimsemişken gurbet elleri...
İkinci bir gurbet ağır geldi yüreğine,
bir gece yarısı gurbet kuşu gibi uçup gitti.
Bir gurbet kuşu gibi yabancı topraklarda yatmakta şimdi sılaya hasret...

Irgat

 Köyde, kısa süren yaz mevsiminde sonbahar yağmurları başlamadan tarla
işleri bitirilmeye çalışılırdı.
Böyle zamanlarda köyün gençleri toplanır, sıra ile imece usulü tarlalarda ki ekinlerin
toplanmasına yardım ederlerdi.
Belirlenen gün sırasına göre, son tarladan da ekin kaldırılana kadar bu böyle devam eder giderdi...
Yaz güneşinin en tepede ve en yakıcı olduğu bu günlerde,
sarı buğday başakları ile parlayan, tek bir ağaç gölgesinin bile olmadığı,
uçsuz bucaksız tarlalarda çalışmak gerçekten zordu.
Gençler kendilerinden beklenen coşku ve bir o kadar da hayretlere düşüren sabırları ile
gün ufuktan kaybolup gittikten hatta ay ışığı çıktıktan sonra bile tırpan sallamaya devam ederlerdi.
Bitmeyen coşkuları ile.
Irgat işinin en zor tarafı ise hiç şüphesiz onlara yemek hazırlamak işiydi.
Bir gün önceden yarın sıranın kimde olduğu bilindiği için,
köyün kadınları da yine kendi aralarında imece usulü yemek hazırlar,
en güzel yemeklerle doyurmaya çalışırlardı ırgatları.
Erkenden henüz başaklarda ki çiğ taneleri bile kurumamışken,
ırgatlar tarlaya gitmek için yola çıkar,
kadınlarda ocaklarını yakıp ekmek pişirmeye başlarlardı.
Gençler, yaz güneşinin altında
kadınlar ocak ateşinin başında yanar dururdu kışlık birkaç çuval buğday için...

Selam


Nazlı yâre turnalarla değil de, maille haber gönderdiğimizden beri
sevdalarda kısa sürer oldu...
  

Ne Yapmalı da Ağlamalı

Artık ilkokulda da değilim ki arkadaşım saçımı çekti diye ağlayayım.
Büyümek zormuş, insan doya doya ağlamak için bir bahane de bulamıyor.

18 Haziran 2012 Pazartesi

Yine Eskisi Gibi

Hala umut var biliyorum...
Ara sıra uçurtma uçurma hayalleri bile kuruyorum ya kendi kendime
ben yine eski ben olacağım bir gün biliyorum.
Bekliyorum...

5 Haziran 2012 Salı

Sen Gidince

Sen gittikten sonra biz yeni bir eve taşındık.
Küçük bir bahçemiz var, bazen serin yaz günlerinde ailecek oturup çay içiyoruz.
O zamanlarda çokça seni düşünüyorum.
Bazen sanki sokağın köşesinde ki evin oradan çıkıp geleceksin gibi geliyor,
bazen de bahçe kapısından içeri girip beni şaşırtacaksın gibi,
sanki ‘bir çay yap da içelim’ diyeceksin’ gibi.
Seni mesela bahçede hayal ediyorum bazen, 
acaba sende bizim gibi bahçede oturmayı sever miydin? 
Ektiğim çiçekleri...
Bahçe kapısının kilidini yapamadık mesela ona kızar mıydın? 
Sen gidince biz bu binayı ev yaptık kendimize,
her kesin ayrı bir odası oldu mesela, ayrı bir köşesi.
Bazen düşünüyorum acaba sen olsaydın salonda nerede oturmayı severdin?
Hangi koltuk senin olurdu mesela, ya da hangi odada yatmak isterdin?
Ağaçları gören odada mı, yola bakanda mı?
Sen gittikten sonra biz bu binayı ev yaptık kendimize,
akşamları salonunda oturup çay içiyoruz,
misafir ağırlıyoruz, bazen televizyon izliyoruz,
bazen herkes dalıp gidiyor sessiz...
Evet yeni evimizde biz yine bir aradayız tıpkı senin istediğin gibi,
ama bir yanımız hep eksik, hep mahzun, hep yarım...