2 Aralık 2013 Pazartesi

...

Bizi bu defa kime emanet ettin?

9 Ekim 2013 Çarşamba

Hüzün

Bir hüzün olsaydım mesela,
ağlamak için tam da bu günü seçerdim...

18 Haziran 2013 Salı

Ruhumu Yıka Yağmur

Yağmur...
Sıcak, sıkıcı bir ikindi vakti sonrası yağmaya başla mesela;
ruhumu,
beynimi,
yüreğimi,
düşüncelerimi,
kinimi,
kederimi,
kibrimi,
nefretimi,
umutsuzluklarımı,
günahlarımı,
yalanlarımı,
kötülüklerimi,
pişmanlıklarımı,
keşkelerimi yıka yağmur,
ruhumu dinlerdir yağmur,
bir ikindi vakti toprak kokunla...

31 Mayıs 2013 Cuma

Geçer Diye Bekliyorum

Hüznüm...
Dağlar kadar...
dillendiremediğim,
kimselere anlatamadığım,
hüznüm...
beni bırakmayan,
nefes aldırmayan,
beni yaşatmayan hüznüm...

7 Mayıs 2013 Salı

Kalbim Kaç Parça


Kalbim,
yemyeşil sularda süzülen teknede kaldı mesela,
sular altında ki minarede, evlerde...
Şehri bir uçtan bir uca gören taş konaklarda...
Yaşanmışlıkları kendine saklayan, sessiz, dilsiz taş sokaklarda...
Göz alabildiğince uzanan yemyeşil ovalarda...
Kıpkırmızı gelincik tarlalarında kaldı mesela kalbim...
Şifa umarak içtiğimiz soğuk sularda,
akşam ezanlarının yankılandığı,
büyülü renklere bürünen taş avlularda...
Masalsı şehirlerde kaldı kalbim...
Masal gibi geçen birkaç günde...

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Aklım Sende Kaldı Çocuk

Aklım sende kaldı çocuk...
o hüzünlü bakışında,
ara ara dalıp gitmende...
Her şeye rağmen gülebilmende
Aklım sende kaldı çocuk...
Gecenin bir yarısı bomboş eve gittiğini bilmek,
hayatta ki en değerli hazineni
anneni daha bir iki ay evvel kaybettiğini bilmek,
yapayalnız olduğunu bilmek,
bir çıkış aradığını bilmek,
tutunacak bir dal aradığını bilmek.
Aklım sende kaldı çocuk...

22 Ocak 2013 Salı

Az Sonra...

Kelimelerimin uzun cümlelere,
cümleleriminde uzun uzun yazılara dönüşmesini bekliyorum.
Ama bugün, ama yarın olur.
Bekliyorum...

14 Ocak 2013 Pazartesi

Kış-III

                                                                        Foto



........
Okuldan dönüş yolu, sabah gidişe göre nispeten daha kolay olurdu...
En azından şansımıza hemen önümüzden birileri yürümüş ve bize sabah boyumuzu aşan,
bata çıka zar zor yürüdüğümüz karda bir yol açmış olurdu.
Bazen de kar o kadar yağardı ki az evvelki izi bulmaya imkân olmazdı...
Tek başına dönenleri nihayet ev yolu göründü mü mutlaka annelerinin
beyazlar arasında ki meraklı karartısı karşılardı.
Dışarıdan sıcak eve girmenin kuralını herkes bilirdi...
Anne lafı dinlenir üşüyen eller, ayaklar hemen sıcak sobaya tutulmaz,
mutlaka biraz iç avluda veya sobanın biraz daha gerisinde uzaktan uzaktan ısınılmaya çalışılır.
Sonra yavaş yavaş ıslak kıyafetler, önlük çıkartılıp sobanın yamacına geçilirdi.
Okuldan geldikten yine anne lafı dinlenir,
dışarıda biraz daha oynayalım diye ısrar edilmez vakit kaybetmeden hemen içeri girilirdi.  
Çünkü kar yağışının durması ya da karın yarın sabaha erimesi korkusu olmazdı bizde.
Bilirdik ki kar beş altı ay zorunlu misafirimizdi artık...
Sobanın üzerinde bir köşe de az evvel içeri alınmış
buzu henüz çözülmeye başlamış ekmek
ağzı açık tencere ile tazecik süt,
bir tarafında biraz sonra gelecek baba için çay,
bir tarafta en değerli şey olan sıcak su olurdu ‘güğüm içinde’
bazen en güzel sürpriz olarak sobanın fırınında patates pişer
odanın içinde hepsinin kokusu bir birine karışır,
hepsi ayrı ayrı iştah açardı...
Önce sıcacık süt içilir,
ekmeğe mutlaka yağ sürülür,
patateslerin en kızarmışı seçilirdi.
Kar aydınlığı kaybolmaya,
gün yavaş yavaş inmeye başladı mı
Sobanın üzerinde bir de akşam yemeğinin tenceresi için yer açılır,
anne bir yandan akşam yemeği hazırlar,
bir yandan elektriksiz kış akşamlarının en değerli şeyi olan gaz lambasını temizler,
bir yandan da radyoda ki türkülere mırıldanarak eşlik ederdi...  

11 Ocak 2013 Cuma

Kış-II

Foto 


.........
Hem gürül gürül yanan soba hem gitgide artan sınıf mevcudundan olacak
sınıf artık ilk geldiğimiz gibi soğuk olmazdı.
Sağ salim okula kendini atanlar yavaş yavaş ısınan sınıfla beraber
ıslak ayakkabılarını, çoraplarını kurutur
sobanın etrafına dizilen eldivenlerden yükselen buhar içeriyi doldururdu.
Sınıf iyice ısınınca bu defa tüm gece yağan tipiyle kapanan camların önünde ki
karlar erimeye başlar, böylece sınıfının içi de iyiden iyiye aydınlanmış olur,
etraftaki evlerin bembeyaz çatıları ve soba dumanları daha net seçilir hale gelirdi.
En son lojmanda ki öğretmenimizde gelir ve nihayet derse başlardık.
İçerdeki sıcaklığı korumak için kapı sıkı sıkıya kapanır,
ama ikinci, üçüncü derste bile daha uzaklardan henüz gelebilenler olduğu için
kapalı kapı sık sık tıklanır ve gürültüyle açılırdı.
Teneffüslerde sabırsızlıkla kendimizi dışarı atar,
sobanın başında ısınmış eldivenlerimizi elimize geçirir,
ya kartopu oynar ya kayar,
ya da buz sarkıtlarını koparıp afiyetle yerdik.
Her teneffüsten sonra şansımız varsa henüz sönmemiş ya da hala gürül gürül yanan
sobanın başında eldivenler, ayakkabılar tekrar tekrar kurutulur,
sınıfın yerleri de her ders ıslanır ıslanır kururdu bizimle beraber.
Eğer hava iyiyse ve kar sakin yağıyorsa son derse kadar sınıfta kalır,
çıkış saatinde paydos ederdik.
Tipi şeklinde yağan karda ise bizi almaya gelen birileri olursa veya olmazsa da
küçükler daha büyük öğrencilere emanet edilerek daha erken gönderilirdik evlere.
Tek parmak eldivenlerimiz elimizde,
bu defa eve dönüş başlardı tipiye karşı yürüye yürüye.
Kendilerini almaya gelen birileri olanlar biraz daha şanslı olurdu,
tipide ağzı burnu hatta gözleri bile sıkı sıkıya sarılır,
anne veya babanın eline yapışılır çoğu zaman yola bakmaya bile gerek olmazdı.
Çünkü tipiye karşı yürümek zordu, elinden tuttuğun daha büyük biri varsa,
tipide yolunu kaybetme korkusu da yoktu hem.    

10 Ocak 2013 Perşembe

Kış-I



                                                                              Foto
 Köyümüzdeyiz henüz,
kar çok yağıyor...
Hayal edilemeyecek kadar çok
burada ki bir iki santimle karşılaştırılmayacak kadar çok...
Köyün yolları kapalı...
Evlerin önleri kapalı...
Biz yinede okula gidiyoruz.
Bir elimizde çantamız,
bir diğerinde annemizin öğretmenimiz için elimize tutuşturduğu
ya yeni pişmiş ekmek, ya peynir, yada taze yumurta...
Nerdeyse boyumuzu aşan karlara bata çıka,
düşe kalka okula gidiyoruz.
Her gün nöbetçi olan arkadaşımızın kendi evinden getirdiği
odun ile yaktığı sobanın başında tek parmak eldivenlerimizi kurutuyoruz
ilk teneffüs için...
Evi uzak olanlar mutlaka yanında biri ile geliyor,
tipide yolunu kaybetme korkusuyla.
Sobanın başında ki üşümüş eller,
tek parmak eldivenler çoğalıyor...
Öğretmenimizin masası sıcak ekmeklerle,
taze peynirlerle doluyor...
Sınıf her gelenle biraz daha ıslanıyor,
kalabalıklaşıyor, ayaz kokusu doluyor her yanına.
Çıkışa kadar güvendeyiz.
Nihayet sağ salim okulumuzdayız...

2 Ocak 2013 Çarşamba

Bulut

Bir bulut olsaydım mesela...
Yağmak için tam da bugünü seçerdim.