28 Mayıs 2015 Perşembe

Bu Pazar Mesaideyim

Bir sanayi ve işçi şehirlerdeyseniz;
hafta sonu hemen her balkonda arkası yazılı
renk renk işçi kıyafetleri asılı olur.
O kıyafetlere bakıp, orada oturanın nerede çalıştığını hemen anlarsınız.
balkonun en korunaklı yerlerine asılır,
Kışın ilk onlar kurutulur.
Bir sanayi ve işçi şehirlerdeyseniz;
yaz tatilleri fındık, çay toplama tarihlerine göre ayarlanır.
Bir sanayi ve işçi şehirlerdeyseniz;
gece geç saatlerde,
sabahın en erken saatlerinde üç vardiyaya göre
sokaklar her daim kalabalık olur.
 Bir sanayi ve işçi şehirlerdeyseniz;
burada gün erken başlar, erken biter...
Bir sanayi ve işçi şehirlerdeyseniz;
sokaklardan daha sessiz geçersiniz,
gürültü yapan çoluk çocuğu el birliği ile susturursunuz
vardiyadan yeni gelenler uyanmasın diye.
 Bir sanayi ve işçi şehirlerdeyseniz;
pazar günlerini sıradan bir iş günü yaşarsınız,
çünkü çoğu çalışan bu pazarda mesaidedir.


Ne?

Bilmem,
bir şeyler eksik sanki.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Eve Doğru

Buralardan bunalmış olsam mesela...
Hiç bir yerlere sığamaz olsam,
yağmurlu bir günde annem, memleketim aklıma düşse,
bir gün iş çıkışı, sırtımda küçük bir çanta ile otobüs yolculuğuna çıksam...
Kimselere haber vermesem,
öyle sıradan bir şeymiş gibi gelişim aniden kapıyı çalıversem,
annemin beni gördüğünde ki şaşkınlığına, hayretine gülsem.
Odam...
Girişte hemen solda ki
sabah güneşini alan küçük odam.
İçinde hala benim kokum...
Liseden arkadaşlarımı yazdığım telefon defterim,
ucu delik ev terliğim,
beyaz el havlum,
en son geldiğimde yarım bıraktığım kitabım,
günlerdir aradığım burada unuttuğum çantam,
memleketin serin akşamlarında giydiğim rengi solmuş, annemin eski hırkası,
saçlarımı tarayıp öylece bıraktığım tarağım...
Odamda ki küçük yatağım,
sabah uyanmışım da üstünü öylesine kapatmışım gibi
pijamalarım hemen sağ tarafında üstünde.
Annem tüllerini yeni yıkamış,
halısını değiştirmiş.
Çaylarımızı ön balkonda içip
annemin bu yıl iyice boy atan sardunyasından,
akşama yapılacak yemeklerden konuşsak.
Hiç gitmemiş gibi olsam,
bakkaldan akşam ekmeğini ben alsam,
yolda komşuları görsem
bir de uzun zamandır görmediğim mahalleden bir kaç arkadaşı...
Ekmeğin yanında bir de tadella alsam kendime tıpkı eski günlerde ki gibi.
İçimde, yarın burada uyanacak olmanın huzuru,
sakin sakin yürüsem sokaktan evimize doğru...

An İtibari İle

Bir bardak çay al gel oturalım...
Buraları hep böyle sessiz olmaz, kaçırmayalım yağmur damlalarını.

12 Mayıs 2015 Salı

Zamane

Bak bu şarkı çok güzel değil mi;

'ayyy onu herkes dinliyor şimdiiii'

7 Mayıs 2015 Perşembe

Herkes Gider mi?*

Şimdi yaşadığım bu mahalleye taşındığımda daha çocuktum...
Şimdilerde yeniden müteahhide kat karşılığı verilen evlerin yeri bomboştu.
O boşluklarda, baharda açan ballıbaba çiçeklerinin, papatyaların, pisi pisi otlarının
arasında oynaya oynaya büyüdüm.
Yazlar, uzun kış geceleri geçti hayatımdan.
Büyüdüm...
Ortaokul, lise, üniversite, iş...
Hayatım değişti,
günlerim, zamanlarım değişti,
o boş arsalar bizim gibi memleketinden göçüp gelenlere tek göz oda,
durumları biraz daha düzelince torun torba oturacakları kat kat binalara dönüştü
gözümün önünde...
Her şeyin zamanla değişmesine, şekil, isim değiştirmesine tanık oldum...
O zamanlar abla dediğim komşularımızın mesela
yaşlanmasına, vücutlarının şekil değiştirmesine,
saçlarının beyazlaşmasına, yüzlerinin kırışmasına,
ellerinin titremesine, gözlük takmalarına,
erken yaşta dul kalmalarına,
hep heves ettikleri oğullarını, kızlarını evlendirmelerine,
ev düzmelerine, çeyiz getirmelerine,
torunlarının ellerinden tutup
bir zamanlar bizim oyun oynadığımız sokaklarda,
kendinin henüz genç iki çocuk annesi olduğu zamanlarda gezdiği o sokaklarda
ilk adımlarını atmalarına tanık oldum.
Çocuklarını askere yollamalarına,
memleketinde ki annesinin cenazesine yetişememesine,
veya memleketten gelen kardeşi ile hasret gidermesine,
bazısının gencecik hayalleri ile vakitsiz göçüp gitmelerine,
geride çocuk yaşta bir yetim bırakmasına,
sahipsiz kalan evinin perdelerinin gün gün kararmasına,
kiracıların gelip gitmesine,
yeni ev alma sevinçlerine,
bin hevesle evlendirdikleri çocuklarının yuvalarının bozulup
bin bir türlü hikaye ile baba evine dönmelerine,
göremedikleri uzaktaki torunlarına ağlamalarına.
Araba almalarına, torunlarına nişan bohçaları götürmelerine,
bayramda gelen torunlarını kucaklamalarına,
bazılarının son bir kez helallik için kapılarının önlerine getirilişine,
amansız hastalığı yakalananların son zamanlarda
o bir zamanlar bizim oynadığımız sokaklarda son bir kez dolaşmalarına,
kendileri bir zamanlar genç bir adamken bir çırpıda kocaman adımları ile
çıktığı o sokaklarda nasıl yürümekte zorlandığına,
bazılarının hastalıktan eve kapanıp,
sokağı bir küçük camdan izlemesine tanık oldum...
Şimdilerde çokça
geçmişle geleceği sorguladığım,
karşılaştırdığım,
özlediğim,
andığım
bu günlerde bir kez daha anlıyorum ki
büyümek bu demekmiş demek ki
büyümek...
Bazılarının gitmesi
bazılarının onların yerini alması demekmiş.

*Yazının başlığı bu şarkıdan


6 Mayıs 2015 Çarşamba

Beni Bu Havalar Mahvetti*



Ortaokula giderken havalar biraz ısınınca, bahar yavaş yavaş kendini gösterince,
bizde okula yürüyerek gidip gelirdik...
O zamanlar büyük bahçeli,
bahçelerinde hanımelinin, ıhlamurların, leylakların açtığı,
bahçe çitlerinde renk renk sarmaşık güllerinin sarılı olduğu
evlerin önünden geçerek okula giderdik.
Komşu bahçelerinde özellikle çit kenarlarına dikilen
renk renk henüz açmamış gül goncaları gizlice kopartılarak
çoğunlukla ilk derse girecek öğretmene hediye edilirdi.
Yol boyunca bazen uçuşan kavak tüyleri, bazen renk renk bir kelebek,
bir yandan ıhlamur, bir yandan iğde kokuları
bize eşlik ederdi.
Belirsiz bahar havasında bazen üşür, bazen terler
güneşten yüzümüz kıpkırmızı bir halde okula varırdık.
Okulun bahçesi cıvıl cıvıl olur,
her kes büyük okul bahçesinde
derse girmeden önce ki o bir kaç dakikalık boşlukta
ya takım kurar maç yapar,
yada voleybol oynamaya başlardı bile...
Erkekler, aceleyle ceketlerini bir kenara fırlatır,
kravatlarını gevşetir,
kız öğrenciler gömlek kollarını kıvırır,
çantalarını birilerine emanet ederlerdi bile...
Baharın en güzel taraflarından biri ise okul önlerinde
satıcıların küçük el arabalarında sattıkları baharın habercisi
yeşil erikler, ekmek ayvaları, salatalıklar olurdu...
Satıcı istediğiniz kadar yeşil eriği, kağıttan yapılmış küçük
kese kağıtlarına koyar,
hemen oracıkta yine satıcıdan aldığınız tuz ile tuzlar yerdiniz...
Öğrenciliğin en zor yanı ise
işte bu sıcak, güneşli bahar günlerinde küçücük
havasız, çoğunlukla maç yapanların voleybol oynayanların ter kokuları ile dolu
o sınıflarda saatlerce ders yapmaktı.
Bütün kış eve tıkanıp kalmak, sabah gelip
erkenden kararan kış akşamlarında okuldan çıkmak bizleri o kadar bunaltmış olurdu ki
bahar güneşi ile beraber bizlerde iyice sabırsızlanır sınıflara sığamaz olurduk.
Bundandır ki sabah ilk derse eksiksiz başlayan sınıf mevcudu
her ilerleyen dersle ve yükselen bahar güneşi ile beraber bir bir eksilir,
arka sıralar iyice sessizleşirdi.
Birinin gitmesi, diğerlerine de örnek olur bir bakardınız ki bir kişi bir kişi
ön sıralarda tek tük kişi kalırdı koca sınıfta.
Öğretmenler bazen anlayışlı davranır,
bazen ilk ders alınan yoklamalar, diğer derslerde tekrarlanmaz,
sınıfta kalan bir kaç öğrenci ile son konuları bitirmeye çalışırlardı.
Devamsızlığı çok olanlar,
ya da diğerlerine göre biraz daha az cesurlar
dışarıdan gelen cıvıltılara, parlayan güneşe inat
son bir azimle ders işleyip, yaz tatili hayali kurarlardı...

*Başlık; Orhan Veli KANIK şiirinden