26 Ocak 2012 Perşembe

İki Kapılı Han

Bazen etrafımda ki yaşlı insanların konuşmalarına, yürümelerine, beyaz saçlarına,
bembeyaz ellerine daha bir dikkatli bakıyorum.
Sonra gençliklerini düşünüyorum...
Karşımda duran insanların bir zamanlar nasıl göründüklerini tahmin etmeye çalışıyorum.
Boyları, endamları, şimdi bembeyaz olan o saçları ne renkti mesela.
Şimdide zar zor gören o gözleri, siyah mıydı?
Herkesi hayran mı bırakırdı kendine?
Yürümekte zorlanan, durup durup dinlenen yaşlı amca,
 bir zamanlar taşı sıksa suyunu çıkarırdı belki.
Tarlasında saatlerde çalışır, yorgunluk nedir bilmezdi.
Salınıp gezer, bastığı yeri inletirdi.
Şimdi çorbasını bile zor yiyen yaşlı teyze,
o elleriyle kim bilir ne güzel danteller örmüştü,
yakını bile zor seçen o gözleriyle renk renk nakışlar işlemişti belki.
Köyün en hamarat kızıydı belki,
belki bir öğretmendi yüzlerce öğrenci yetiştirdi.
Hepsine tek tek okuma yazma öğretti.
Belki bir zamanlar hem çalışıyordu,
hem evine, hem de çocuklarına yetişiyordu.
Cıvıl cıvıl yerinde duramayan genç bir kızdı belki,
hayatının henüz başındaydı.
Yaşlanmak, elden ayaktan düşmek çok uzaktı O’na...
Şimdi ise başkasının yardımı olmadan birçok işini yapamaz halde.
Şimdi dünyadan elini eteğini çekmiş,
elinde kalan tek hazinesi anıları, yolunu gözlediği güzel yüzlü torunu.
Biliyor ki şimdi büyüme sırası onda...

24 Ocak 2012 Salı

Portakalı Soydum

... başucuma koydum.
Bana göre kış mevsimin en güzel yanı mis kokulu, tazecik portakal ve mandalinalar...
Bir meyve sever olarak tüm meyveleri yerim ama kendine has kokusu olan meyvelerin
yeri daha başkadır bende.
Özellikle kabuklarını soymaya başladığımda, ortaya yayılan o kokuyu çok severim.
Daha sonra da ellerimde bıraktığı kokuyu...
Eskiden sobalı evde otururken, çoğu zaman mandalina ve portakal kabuklarını sobanın
üzerine koyar, kokusunun tüm odaya sonra da tüm eve yayılmasını beklerdim...
.
.
.
Evet bir yandan portakallarımızı yiyelim bir yandan da şarkıya devam edelim.
...ben bir yalan uydurdum.


23 Ocak 2012 Pazartesi

Kolay

                                                                   Foto: O an

Bir insana boşver üzülme veya ağlama demek ne kadar da kolay...

20 Ocak 2012 Cuma

Vicdan Karnesi

Karne gününü bekleyip bembeyaz süslü kâğıtlara basılmış,
öğretmenimizin en güzel dolma kalemiyle,
en güzel el yazısıyla yazdığı,
notlarımızın, öğretmenimizin bazen tebrik cümlesinin,
bazen de daha iyi olmamız için tavsiyelerinin yazılı olduğu,
görünce gözlerimizin ışıldadığı.
Kalbimiz çarpa çarpa, heyacanla, sabırsızlıkla beklediğimiz,
bir yıllık ödülümüz anlamına gelen karnemizi
elimizde sallaya sallaya sevinçle eve koştuğumuz günler geride kaldı...
Şimdi herkes hem öğrenci, hem de öğretmen...
Hem zayıf alan, hem kendini tebrik eden...
Kimse artık bizi değerlendirmiyor,
sınıfta bırakmıyor, daha çok çalışmalısın demiyor,
herkes kendi karnesini kendi veriyor...

18 Ocak 2012 Çarşamba

Kırk Bir Kere Maşallah


Günümüzde bebek ve çocuklar gerek fiziksel olarak
gerekse zekâ katsayısı olarak çok farklılar.
Hani böyle hepimizi kendilerine baktırıp baktırıp,
'çok akıllı maşallah' yada
'büyümüşte küçülmüş kırk bir kere maşallah' dedirten güzelliklerde hepsi.
Erken konuşuyorlar, erken yürüyorlar, erken olgunlaşıyorlar...
Küçük yaşlarına rağmen bilmiş bilmiş laflar ediyorlar,    
telefonla, bilgisayarla erken tanışıyorlar,
hiç birinin anlamakta zorlandığı, bilmediği, yapamadığı bir şey yok.
Hal böyle olunca da çok uzun zamanlarda alacakları yolu,
kısa bir zamanda kat edip bitiriyorlar erkenden...
Her şeyi, her heyecanı, her oyuncağı, her kıyafeti erkenden tüketip
bir yenisine adım atıyorlar.
Böyle olunca da çok küçük yaşlarında bıkkınlıkları,
doyumsuzlukları başlıyor.
Oysa bence çocuk, her şeyi zamanında yaşamalı...
Çocuk saflığında, kendi dünyasında olmalı bir yaşa kadar.
Nasıl olsa büyüyünce her şey değişiyor.
Kayboluyor tüm saflıklar...

Üçüncü Boyut


                                            Foto: Bana Gelen Maillerden (Üç Boyutlu Resim) 


Çok sıkıldım buralardan...
Başka boyutlara gidesim,
kendi içime seyahat edesim var...

16 Ocak 2012 Pazartesi

Bakkal Defteri


Okulda kargacık, burgacık yazılmış, kaplıksız,
düzensiz tutulmuş defterlerimiz için öğretmenlerimiz böyle derdi.
 ‘Bu nasıl defter, bakkal defteri gibi’
Evet gerçekten bakkal defterleri öyle olurdu...
Bir zamanlar küçük mahalle bakkalları zamanında,
kimsenin cebinde kredi kartları yokken bakkaldan alınacaklar ‘veresiye’
alınır ve bakkal defterine yazdırılırdı.
Para verme, para üstü bekleme veya kredi kartı şifresi için sıra bekleme diye bir şey yoktu.
Bakkal o kara defterin kapağını açar, tüm sayfaları te tek çevirir, senin sayfanı bulur, aldığın şeyi deftere yazardı...
Şansın varsa ismin en üstlerde yazar da fazla beklemezdin,
yok eğer en sonlarda isen tüm sayfalar tek tek açılır,
açılırken tüm mahallenin adını, ne aldıklarını, hatta borçlarını bile görürdün.
Gizli, saklı kalmazdı...
Bakkal defterleri kalınca, veresiye alışveriş yapan hemen herkesin ismine bir sayfa ayrılan.
Sayfanın en üstünden alışveriş kimin adına yapılıyor ise onun adının yazılı olduğu ki bu çoğunlukla evin babasının ismi olurdu.
Sonra sıra ile günün tarihi ve ne alındığı, karşısında da tutarının yazıldığı bir defterdi.
Bakkal özellikle veresiye alışveriş yapan ailelerin tüm bireylerini tanır,
olurda tanımadığı veya hatırlayamadığı biri çıkarsa arkasından
sen kimlerdensin diye sorardı ki alınan ekmeğin defteri yazılmaması veya
yanlış kişinin ismine yazılması gibi bir yanlışlık tüm hesapları karıştırırdı.
O zamanlar borç ödeme konusunda kararlaştırılmış ne bir zaman nede tutar söz konusuydu.
Her iki tarafta birbirinin iyi niyetine güvenir,
evin babası maaştan bakkal parası için bir pay ayırır.
Aybaşında hesabı kapamaya çalışırdı.
Bakkalda bunu bildiğinden parayı istemez, ödeme zamanına kadar beklerdi.
Bazen olurda başka bir ihtiyaç çıkar,
bakkalın parası biraz gecikirse veya daha az ödenirse,
bakkalla konuşulur bir daha aybaşına ‘söz’ denilirdi.  
Çünkü bakkala dert anlatacak kadar bir samimiyet vardı,
yılların verdiği güven, iyi niyet vardı...
Hem şimdi ki gibi ödeme zamanı geçince de bakkal faizde işletmezdi o borcun üstüne...

12 Ocak 2012 Perşembe

Veda

Bir gün döneceğine söz veriyorsan git...

İki Ekmek

                                    
Küçük bir mahallenin olmazsa olmazıydı mahalle bakkalı...
Hemen her sokakta, her mahallede vardı bu bakkallardan.
Komşunun işlettiği, yaz kış, gece gündüz, tatil demeden açık olan
hemen her şeyin satıldığı, kilo ile değil tane ile alışveriş yaptığımız,
her gün kim bilir kaç defa gittiğimiz,
sen git, yok ben gitmem sen git diye kardeşimizle uğruna kavgalar ettiğimiz mahalle bakkalları...


Merhamet

                                     Foto: Pusula (yetimhanede ki çocuklar sabah kahvaltısında)

Akşam iş dönüşlerinde okuldan yeni çıkmış ilkokul öğrencilerine rastlıyorum...
Akşamın karanlığında çıktıklarından olsa gerek birçoğunu anne veya babası almaya gelmiş oluyor.
Soğuk ve yağmurda iyice sarılıp sarmalanmış, annelerinin ellerinden tutmuş oluyor birçoğu.
Her gün gördüğüm bu görüntüde beni en çok etkileyen şey,
annelerin çocuklarının çantalarını taşımaları oluyor.
Bazen elleri kolları dolu olduğu halde yinede çocuğunun çantasını taşıyan anneleri görüyorum.
Bir kez daha anlıyorum ki anne merhameti çok farklı bir şey, sonsuz, yalın...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Durma Yağmur

                                                               
Yağmurun hiç durmadan yağdığı bir güne de bu şarkıyı dinlemek yakışırdı...
Bugün o kadar çok dinledim ki yağmurlu bir günün hatırası olarak burada kalsın istedim.
Ayrılık yazıyor arkası yarınlarda...
Durma yağmur durma.
Şarkının devamı için.

En Doğrusu

Başkalarında görüp yanlış bulduğumuz, kınadığımız,
hataları keşke kendimizde de düzeltebilsek.
Konu kendimiz olunca da bu kadar kolay eleştirebilsek,
kendi hatalarımızı da bu kadar kolay görebilsek...

10 Ocak 2012 Salı

Havalardandır


Yılın bu mevsiminde bulutlu ve karanlık kış günlerinin de etkisi ile
iyice melankolik bir ruh haline bürünüyorum...
Dikkat ediyorum hep böyle havalarda can sıkıntısından ve
başka bir yerlere gitmekten sıkça bahseder oluyorum. 
Yaz gelince ise herhalde dışarının bunaltıcı sıcağına buranın klimalı halini tercih ediyor
olmamdan olacak bu düşüncemden çarçabuk vazgeçiyorum.
Bu günlerde de bir yerlere gitmeden biraz daha sabretmek gerek,
yine birkaç gündür aklımda olan bu düşünceyi ertelemek gerek, 
şunun şurasında yaz mevsimine ne kaldı...    

Sıkıntı

Keloğlan misali çıkınımı sırtıma vurup,
Dere tepe düz gidesim var...
Bir arpa boyu yol alasım var...
Padişaha kafa tutasım var...

Eğitime İki Gün Ara

                                                                    Foto

Lisede okurken kar yağışının olduğu günlerde sabahları erkenden kalkar,
hemen camdan dışarı bakarak gece kar yağıp yağmadığını kontrol ederdim.
Gece kar yağmışsa veya ben uyandığımda henüz devam ediyorsa hemen televizyonu açar,
okulların tatil olup olmadığına bakardım.
Şanslıysak, zaten akşamdan haberimiz olurdu sabah hiç kalkmazdık.
Sabah bir yandan hazırlanır, bir yandan da gözüm televizyonda yeni bir haber olup olmadığına bakardım.
Artık evden çıkma saatim gelince ve haberlerde de ümit kalmayınca hazırlanır,
karlara bata çıka yavaş yavaş durağa yürürdüm.
Aslında hepimizin tahmin ettiği gibi o hiç gelmeyecek belediye otobüsünü
diğer arkadaşlarım de kendi duraklarında bekler.
Sonra herkes durduğu yerde biraz daha çok üşüyünce, yürümeye başlar böyle toplana toplana
en son durağa gelir ve hep beraber konuşup ne yapacağımıza karar verirdik.
Verdiğimiz kadarda hep binmemiz gereken bir sonraki otobüsü kaçırmamak ve
derse geç kalmamak için yürümek olurdu.
Şanslıyız ki bir sonraki otobüs biraz daha işlek bir caddeden kalkardı ve
bizim yürümekte bile zorlandığımız mahalle araları gibi değildi.
Buralar tuzlanmış ve temizlenmiş olurdu.
Bindiğimiz en son otobüsle uzunca bir yolculuktan sonra,
çoğumuzun ayakları, saçları, forması ıslak halde nihayet okulumuza varırdık...
Ama bazen daha kapıdan girer girmez, öğrencilerin azlığını ve
nöbetçi bir kaç öğretmen dışında başka öğretmen olmadığı dikkatimizi çeker, 
bu işte bir terslik olduğunu anlar ve
çok geçmeden de haber bize de ulaşırdı.
Evet, okul tatil edilmişti...
Biz mahalle aralarında zar zor yürürken,
otobüse yetişmeye çalışırken okul çoktan tatil edilmiş ve okul yönetimine bildirilmişti bile.
Evi yakın olanlar, çoktan eve tekrar gitme ve sıcak soba hayalleri kurarken
biz uzaktan gelenler bu habere sevinsek mi yoksa üzülsek mi bilemezdik.
Bazılarımız geldiğimize değseydi bari diye sitemler eder, hatta derse girelim diye teklif bile ederdi.
Ama şu var ki normal günlerde çıkamadığımız okulumuzda, tatil günlerinde de kalamazdık...
Biz de daha ısınamadan, ayaklarımız, formamız kurumadan bu defa dönüş yoluna çıkardık.
Dönüş sabah yolculuğumuzun aksine daha kolay olur,
yollar araçlar sayesinde daha işlek ve daha açık olurdu.
Biz eve gerisin geri döner, hemen sobanın başında biraz ısınır,
sonra dışarı çıkıp sabahtan beri çilesini çektiğimiz karda bir yandan oynar
biryan da yarın okula nasıl gideceğimizi düşünürdük. 

9 Ocak 2012 Pazartesi

Minnet

 Hayatımın her kademesinde birçok insanla tanıştım...
Bazıları hayatımda kalıcı oldu, bazıları zamanla silindi gitti.
Bazıları kendiliğinden çıkıp gitti hayatımdan,
bazılarıyla ise yol ayrımına kadar yürüyebildik sadece...
Bazılarından çok şey öğrendim, bilgilerine, tecrübelerine hayran kaldım.
Hep hayatımda olsunlar istedim...
Bazılarının ağırlığını taşıyamadım, söyledikleri, yaptıkları ruhuma ağır geldi.
Hayatımdan çıkıp gitmelerine göz yumdum, aksi için hiç ısrarcı olmadım.
Hayatımda kalan insanlara ise hep minnettar oldum.
Bana öğrettikleri için, benim hayatımda oldukları için kendimi hep şanslı hissettim.
Geriye dönüp baktığımda ne bitirdiğim okulların, ne kursların,
nede çalıştığım kurum adlarının bir değeri var gözümde. 
Sadece hayatımın o evrelerinden geriye kalan arkadaşlarım bunları değerli kılıyor.

6 Ocak 2012 Cuma

Çok Geç Artık Biliyorum

Yine köyümüzde olalım...
Karda oynamış,
ayaklarımız ıslanmış, ellerimiz üşümüş olsun.
Annem bizi çocuk bahçesi başlıyor diye kandırarak içeri almış olsun.
İçeri girince sobanın sıcağı vursun yüzümüze,
haberler yeni bitmiş olsun radyoda,
az sonra radyo tiyatrosu başlayacak olsun.
Annemden gizli, eldivenlerimizi, çoraplarımızı
yarın tekrar dışarı çıkmak için sobanın yanında kurutsak.
Ve sen yine bana sobanın fırınında elma, patates pişirsen...

Sen Kalırsın Geride

En sevdiğin kuş olur, sonra da uçar gider...

Güzel Çocuklar




                                                                   Foto: Netten
                                               
Sokakları gece gündüz ‘istop çarli, boomm’ diye inleten...
Oyun arasında eve aceleyle gelip,
bulduğu yarım ekmeğin arasına domates koyup
aynı hızla oyuna koşan...
Annesinden aldığı salçalı ekmekten bir tanede arkadaşına isteyen...
Annesinin alüminyum tencerelerini hurdacıya satıp,
parasıyla atari oynamaya giden
güzel, saf çocuklar nerdesiniz?
Asıl şimdi bu dünyanın sizin saflığınıza ihtiyacı var... 

5 Ocak 2012 Perşembe

Akıl Yolculuğu


                                                                       Foto: Netten
Sözde masamda oturmuş çalışıyorum.
Bedenim burada, ama aklım çok çok başka yerlerde...
Bazen hafta sonu için yaptığım planlarda...
Bazen özlediğim arkadaşlarımda...
Bazen uzaklardaki akrabalarda...
Bazen bir yaz tatilinde birkaç günlüğüne gittiğim,
Karadeniz’de sisli dağlarlarla çevrili bir köyde,
köyün çeşmesine soğuması için bırakılan ama yemeye
fırsat bulamadığımız meyvelerde,
dallarda ki dutlarda, henüz olmamış böğürtlenlerde...
Kendi ellerimizde pişirdiğimiz ekmeklerde...
Ve en önemlisi yüreğinin sıcaklığıyla bizi sarıp sarmalayan
bana hala selamlar gönderen o insanlarda...

Bana Bir Masal Anlat Anne

Annem, özellikle uzun kış gecelerinde bir canavara dönüşen biz çocuklarını
oyalamak için türlü teknikler denerdi.
Zavallı annem elektriksiz, televizyonsuz akşamlarda bazen bize kızar,
bazen el işine yardım ettirir, bazen ders çalışmamızı sağlar ama en çokta
bize çeşit çeşit masallar anlatırdı.
Bazen bizim yaramazlıklarımızdan bıkma noktasına gelir yeter ki uslu duralım diye
kendiliğinden anlatmaya başlar,
bazen de bizim sonsuz ısrarlarımıza dayanamaz kısacık bir masal seçer hemen çarçabuk anlatır bitirirdi.
Eğer bir işi varsa, bir yere gidecekse hemen kısacık bir özet geçer anlatıp bitirirdi.
Yok eğer isteyerek anlatıyorsa ve keyfi yerindeyse vakti de varsa o masala renk katar
 uzun uzun anlatırdı.
Annem sonraki isteklerimi kırmaz, o zamanda herkes sıra ile en sevdiği masalı isterdi.
Bizde çoğu zaman hatırlasın diye aklımızda kalan birkaç yarım yamalak cümle ile
dinlemek istediğimiz masalı ona hatırlatmaya çalışır,
sabırsızlıkla sıranın bizim masalımıza gelmesini beklerdik.
Annem bunları hiçbir yerden okumamıştı...
Bir zamanlar kendi de kim bilir kimlerden dinlemişti ve şimdi de bize eksiksiz anlatıyordu..
Çoğu zaman masalların ana fikir aynı kalır ama doğaçlama kendinden de bir şey katıp anlatırdı.
Ben kim bilir kaçıncı defadır duyduğum o bildik tekerleme cümlesinde çok sabırsızlanır
biran önce masalın başlamasını isterdim.
Masallarda bazen keçinin yavrularını yiyen,
bazen insanların yemeklerini türlü hilelerle çalan tilkiye kızar.
Peri Padişahının kızının güzelliğini merak eder,
Üvey annesinin kandırdığı padişah kızlarına acırdım...


4 Ocak 2012 Çarşamba

Kapalıyız

Akşam oldu;
İşyeri maillerimi kapattım,
kullandığım excel dosyalarını kapattım,
bağlandığım diğer bilgisayarı kapattım,
iş için kullandığım programı kapattım,
diğer yardımcı iki programı kapattım,
diğer mail adreslerimi kapattım,
takip ettiğim blogları kapattım,
birazdan yazmakta olduğum kendi sayfamı kapatmış olacağım.
Gün içinde kullandığım diğer programları sayamadım bile...
Sonra yine sabah olacak,
ben buraya gelmiş ve hepsini tek tek açıyor olacağım...

Eleme


Buraya, aklıma gelen bir konu hakkında yazacaksam
bunu çeşitli elemelerden geçirmek zorunda kalıyorum.
Bir defa özel ve kişisel konuları çok fazla yazmamaya ve
yüzeysel yazmaya özen gösteriyorum.
Beni tanıyan birisi olurda burayı tesadüfen okursa diye
etrafımdakilerin bildiği birçok olayı ve hatırayı da buraya yazamıyorum.
Güncel konular hakkında da yazmıyorum,
bunun da başlı başına birçok sebepleri var...
Geriye ne kalıyor? Hiçbir şey.
Sonra bir bakıyorum blog bomboş...
Gerçi birkaç arkadaşım dışında burayı sürekli takip eden birileri var mı
onu da bilmiyorum ki.

3 Ocak 2012 Salı

İş İş İş



Yeni sene iş bereketiyle geldi...
İşleri toparlamak, klasörleri düzenlemek gerek, 
birikenleri ve arada çıkan sürpriz işleri bir çırpıda yapmak gerek,
ders çalışmak gerek...
Gerekte nasıl? Ne zaman? Ve en önemlisi kim yapacak bunları.
Var mı gönüllü olan?

2 Ocak 2012 Pazartesi

Bugün

Aklıma ne gelirse yazasım var...
Sakin sakin oturasım var...
Dalıp dalıp gidesim var...
İçli gurbet türküleri söyleyesim var...
Film şeridi gibi her şeyi hatırlasayım var...

İki Misli

İnsanın kendine tutamayacağı sözler vermesi
kendine iki misli acı çektirmesi,
iki misli kötülük yapması demek...

Arşiv

2011 yılıda arşivler arasında aldı yerini.
Şimdi 2012 yılında yaşanma sırası...

Sayılı Zaman

                                                                   Foto: Netten

Evet kendinden beklenildiği gibi çarçabuk geçti...
Senenin son günlerinden birkaç sayılı saatçik çalabildik kendimize.
Aylardır konuşacağımız, güleceğimiz konuları, içeceğimiz çayları...
Her şeyi o birkaç sayılı zamanda yapmaya çalıştık.
Sonra ayrılık zamanı geldi herkes dağıldı gitti.
Bir kaçı başka ülkelere uçtu gitti, bir kaçı başka şehirlere.
Bir daha ki sefere diye sözleşerek ayrıldık.
Kim bir daha nerde, ne zaman, nasıl?
Buluşuruz bir sonra ki birkaç sayılı saatlerde...