Köyden taşınmamız kesinleşince annem yavaş yavaş eşyalarımızı toplamaya başlamıştı.
Öncelik bizim için en gerekli olan eşyalarımıza verilmiş,
geride kalanlar biraz daha lüks sayıldığını için en sona bırakılmıştı.
Çünkü;
yol uzundu ve her şeyi götürmemize imkân yoktu,
babam için bunlar çok gereksiz şeylerdi ve yük etmeye değmezdi,
henüz yeni evimizin büyüklüğü, durumu belirsizdi...
Annem o zamana kadar gözü gibi baktığı,
kullanmaya kıyamadığı,
birçoğunu henüz yeni yaptırdığımız kullanmak bir kere bile kısmet olmayan birçok eşyayı,
belki isteyerek belki de zorunlu olarak elemek zorunda kalmıştı.
Hamur açtığı boy boy tahta sofralarımız,
süslü bardaklarla, fincanlarla dolu büfemiz,
divanımız,
çeşitli hayvan figürlü biblolarımız,
çeşit çeşit mutfak eşyalarımız ve
daha birçok şeyi köyde bırakmaya karar vermişti.
Kendi için önemli olan bu eşyaları,
yine kendi elleri ile kendi seçtiği kişilere bırakmıştı annem.
Belki kendinden bir hatıra bırakmak istemişti,
belki de iyi bakılmasını, iyi insanların elinde olmasını istemişti eşyalarının.
Kim bilir...
Biz geride her yerinde çocukluk hatıralarımızın, seslerimizin,
döşemesinin altına düşen oyuncaklarımızın olduğu evimizi,
eşyalarımızı bırakarak,
sadece birkaç parça en gerekli eşyalarla ayrılmıştık köyümüzden.
Yeni bir hayata doğru...
O zamanlar çocuk aklımla bu duruma üzülmüş olsam bile,
şimdi düşününce eşyalara bağımlı olmamayı ilk o zaman öğrenmişim ben.
İlk o zaman paylaşmayı ve kolay vazgeçebilmeyi öğrenmişim,
para ile alınan hiç bir şeyin önemli olmadığını,
istenirse yeni bir hayatın tekrar kurulabileceğini,
ilk o zaman öğrenmişim ben aslında.