Hüzün gün batımında. Bir an koluma girer. En sevdiğin kuş olur, sonra da uçar gider... Tutamam... Hüzün sensiz yapamam... (Yüksek Sadakat)
27 Şubat 2015 Cuma
25 Şubat 2015 Çarşamba
23 Şubat 2015 Pazartesi
14 Şubat 2015 Cumartesi
13 Şubat 2015 Cuma
12 Şubat 2015 Perşembe
Kaç Fırın
Ahhh saf, cahil erik ağacı yine kandın birkaç günlük güneşe
yine açtın tüm çiçeklerini.
Acale etmemeyi öğrenmen için daha kaç fırın ekmek yemen lazım senin.
yine açtın tüm çiçeklerini.
Acale etmemeyi öğrenmen için daha kaç fırın ekmek yemen lazım senin.
9 Şubat 2015 Pazartesi
Köyde Yaşamak Ne Demektir?
Köyde yaşamak;
temiz ayaz kokusunu içine çekmektir,
karlı bir günde, kardan yolların kapandığı bir günde
kızakları çeken atların zil sesini duymaktır.
Bahara doğru yeni doğmuş oğlaklarla harmanda oynamak,
yumurtadan yeni çıkmış sarı sarı kaz civcivlerini sevmek,
tavuk yumurtalarını toplamak demektir.
Canın sıkılınca gelincik tarlalarında yürümektir.
Bahara doğru çoluk çocuk imece usülü, tarlaların taşını ayıklamaktır,
bereket dualarıyla geçen yıldan ayırdığın tohumları tarlaya serpmektir.
Heyacanla boy atmasını, sararmasını beklemektir başakların.
Altın sarısı, ağırlıktan başı yere eğilmiş o başakları
yağmura yakalanmadan alelacele biçmektir.
İmece usülü biçilen tarlalarda, ırgatların savurduğu tırpanların sesinin
uyumlu bir melodi gibi yankılanmasıdır.
Bazen çeşit çeşit türkülerin eşlik etmesidir,
bazen özenle hazırlanan ırgat yemekleri yemek,
yeni biçilen otların üstünde bir 'cıgara' molası vermek demektir.
Ardından çalı çırpıyla yakılmış ateş üstünden kaynayan isli demlikten çay içmektir.
Bazende şansına tarlada ot tırmıklarken bir ikindi vakti yağmura yakalanmaktır,
şansın varsa kuru otlardan kendine bir siperlik yapmaktır,
şansın varsa kısa sürer yağmur,
şansın varsa fazla ıslanmazsın,
şansın varsa kalan otları toplamana izin verir yağmur,
şansın varsa bir güneş açar, renk renk bir gökkuşağı çıkar,
şansın varsa eve dönerken bir at arabasına denk gelirsin...
Şansın yoksa, kalan son enerjinle eve yürüyerek dönersin,
şansın yoksa, yarın yine aynı tarlada tek başına ot tırmıklarsın.
Köyde yaşamak;
köyde yaşamak zamanla yarışmaktır,
buğdayları kurutmak,
gece yıldızlar altında, serin bir gecede kuruyan buğdayları beklerken uyuya kalmaktır.
Buğdayları tertemiz yıkamak, un için değirmende sıraya girmek demektir.
Koyunları kırkmak,
termemiz yünlerden yorganlar yapmaktır.
Ocağın her daim tütmesi, kazanlarda yaz sütlerinin kaynatılması demektir.
Herşey bitince...
Zaman geçince...
İşler biraz olsun kolaylayınca...
Buğdaylar ambara konulunca...
Kışlık samanlar, samanlığa emanet edilince...
Çeyizlik yorganlar, renk renk kumaşlarla kaplanınca...
Peynirler, tulumlara basılınca...
Oğlaklar boy atınca...
Bu defa yaz boyu tarlada yüzleri, elleri yanmış
kavruk benizli erkeklerin
renk renk giyinmiş,
al pullu eşarplı,
yanık tenli, elleri kınalı,
al yanaklı genç kızların,
düğünlerde halay çekmesidir.
Köyde yaşamak...
Vakti zamanı gelince her şeyi bir bir sırası ile yaşamaktır.
temiz ayaz kokusunu içine çekmektir,
karlı bir günde, kardan yolların kapandığı bir günde
kızakları çeken atların zil sesini duymaktır.
Bahara doğru yeni doğmuş oğlaklarla harmanda oynamak,
yumurtadan yeni çıkmış sarı sarı kaz civcivlerini sevmek,
tavuk yumurtalarını toplamak demektir.
Canın sıkılınca gelincik tarlalarında yürümektir.
Bahara doğru çoluk çocuk imece usülü, tarlaların taşını ayıklamaktır,
bereket dualarıyla geçen yıldan ayırdığın tohumları tarlaya serpmektir.
Heyacanla boy atmasını, sararmasını beklemektir başakların.
Altın sarısı, ağırlıktan başı yere eğilmiş o başakları
yağmura yakalanmadan alelacele biçmektir.
İmece usülü biçilen tarlalarda, ırgatların savurduğu tırpanların sesinin
uyumlu bir melodi gibi yankılanmasıdır.
Bazen çeşit çeşit türkülerin eşlik etmesidir,
bazen özenle hazırlanan ırgat yemekleri yemek,
yeni biçilen otların üstünde bir 'cıgara' molası vermek demektir.
Ardından çalı çırpıyla yakılmış ateş üstünden kaynayan isli demlikten çay içmektir.
Bazende şansına tarlada ot tırmıklarken bir ikindi vakti yağmura yakalanmaktır,
şansın varsa kuru otlardan kendine bir siperlik yapmaktır,
şansın varsa kısa sürer yağmur,
şansın varsa fazla ıslanmazsın,
şansın varsa kalan otları toplamana izin verir yağmur,
şansın varsa bir güneş açar, renk renk bir gökkuşağı çıkar,
şansın varsa eve dönerken bir at arabasına denk gelirsin...
Şansın yoksa, kalan son enerjinle eve yürüyerek dönersin,
şansın yoksa, yarın yine aynı tarlada tek başına ot tırmıklarsın.
Köyde yaşamak;
köyde yaşamak zamanla yarışmaktır,
buğdayları kurutmak,
gece yıldızlar altında, serin bir gecede kuruyan buğdayları beklerken uyuya kalmaktır.
Buğdayları tertemiz yıkamak, un için değirmende sıraya girmek demektir.
Koyunları kırkmak,
termemiz yünlerden yorganlar yapmaktır.
Ocağın her daim tütmesi, kazanlarda yaz sütlerinin kaynatılması demektir.
Herşey bitince...
Zaman geçince...
İşler biraz olsun kolaylayınca...
Buğdaylar ambara konulunca...
Kışlık samanlar, samanlığa emanet edilince...
Çeyizlik yorganlar, renk renk kumaşlarla kaplanınca...
Peynirler, tulumlara basılınca...
Oğlaklar boy atınca...
Bu defa yaz boyu tarlada yüzleri, elleri yanmış
kavruk benizli erkeklerin
renk renk giyinmiş,
al pullu eşarplı,
yanık tenli, elleri kınalı,
al yanaklı genç kızların,
düğünlerde halay çekmesidir.
Köyde yaşamak...
Vakti zamanı gelince her şeyi bir bir sırası ile yaşamaktır.
Ben Susuyorum
Biz yaz günüydü;
okulların kapanmasını bekleyip,
son karnelerimizi alıp,
sonra planlandığız gibi herşeyi geride bırakıp,
sırf daha iyi bir 'eğitim' için bilmediğimiz bir şehire doğru yola çıkıyoruz.
Yeni okulum, yeni önlüğüm oluyor, yüzünü daha önce görmediğim öğrenmenim,
bir sınıf dolusu yabancı yüz birde...
İlk günden sonra tek başıma gidiyorum okula,
aralarından yürüyerek okula gittiğim binalar,
her çarşamba yolumun üstünde kurulan pazar ne kadar da büyük.
Yeni sınıfım, öğrenciler, öğretmenim ne kadar da yabancı bana,
ben yeniyim...
Onlarsa üç yıldır aynı sınıftalar.
Ben susuyorum...
Yeni öğretmenim beni görmüyor sanki,
belki adımı bile bilmiyor daha,
her akşam okul çıkışı bizi taş merdivenlerde durup yolcu eden
babama selam söyleyen öğretmenim nerde?
Derslerde susuyorum...
Oysa çok konuşurdum ben,
sınıfta ilk okuma yazmayı ben öğrenmiştim,
'Cin Ali' kitaplarını ilk ben bitirmiştim hani.
Teneffüslerde okul daha da kalabalıklaşıyor,
bizim köyde bile bu kadar insan yoktu sanki...
Herkes türlü oyunlar kuruyor,
biryerlere koşturuyorlar neşe içinde,
halbu ki köyde ki okul bahçemizde tüm oyunlarda ben vardım,
bazen öğretmen lojmanının merdivenlerinde oturup beş taş oynardık,
bazen ip atlardık...
Şimdi, O yaramaz çocuk da okulumla beraber köyde kaldı sanki.
Okul bahçesinde ki o kalabalık içinde bir tek kişi bile tanıdık değil,
aradığım, alıştığım yüz değil...
Kocaman ağaçlarla çevrili, kocaman bahçe çocuk cıvıltıları ile çınlıyor,
o koca bahçede bir ben, bir ağaçlar, birde yüksek okul duvarları susuyor...
okulların kapanmasını bekleyip,
son karnelerimizi alıp,
sonra planlandığız gibi herşeyi geride bırakıp,
sırf daha iyi bir 'eğitim' için bilmediğimiz bir şehire doğru yola çıkıyoruz.
Yeni okulum, yeni önlüğüm oluyor, yüzünü daha önce görmediğim öğrenmenim,
bir sınıf dolusu yabancı yüz birde...
İlk günden sonra tek başıma gidiyorum okula,
aralarından yürüyerek okula gittiğim binalar,
her çarşamba yolumun üstünde kurulan pazar ne kadar da büyük.
Yeni sınıfım, öğrenciler, öğretmenim ne kadar da yabancı bana,
ben yeniyim...
Onlarsa üç yıldır aynı sınıftalar.
Ben susuyorum...
Yeni öğretmenim beni görmüyor sanki,
belki adımı bile bilmiyor daha,
her akşam okul çıkışı bizi taş merdivenlerde durup yolcu eden
babama selam söyleyen öğretmenim nerde?
Derslerde susuyorum...
Oysa çok konuşurdum ben,
sınıfta ilk okuma yazmayı ben öğrenmiştim,
'Cin Ali' kitaplarını ilk ben bitirmiştim hani.
Teneffüslerde okul daha da kalabalıklaşıyor,
bizim köyde bile bu kadar insan yoktu sanki...
Herkes türlü oyunlar kuruyor,
biryerlere koşturuyorlar neşe içinde,
halbu ki köyde ki okul bahçemizde tüm oyunlarda ben vardım,
bazen öğretmen lojmanının merdivenlerinde oturup beş taş oynardık,
bazen ip atlardık...
Şimdi, O yaramaz çocuk da okulumla beraber köyde kaldı sanki.
Okul bahçesinde ki o kalabalık içinde bir tek kişi bile tanıdık değil,
aradığım, alıştığım yüz değil...
Kocaman ağaçlarla çevrili, kocaman bahçe çocuk cıvıltıları ile çınlıyor,
o koca bahçede bir ben, bir ağaçlar, birde yüksek okul duvarları susuyor...
6 Şubat 2015 Cuma
4 Şubat 2015 Çarşamba
Sakın Elleme
Bırak öyle kalsın herşey.
Daha önce söylemedim mi hiç, ben değişiklikten nefret ederim.
Daha önce söylemedim mi hiç, ben değişiklikten nefret ederim.
3 Şubat 2015 Salı
2 Şubat 2015 Pazartesi
Yaşadıkları Yerlere Benzer İnsanlar
Aylardır dışarı çıkmayan, konuşmayan, yemeyen, gülmeyen
oturduğu koltuktan dahi kalkmayan ben...
Aylar sonra aldığım davetle upuzun yolculuklara çıkıyorum.
Dağların, sislerin arasında saklanmış bir köye gidiyorum.
Daha önce hiç görmediğim insanlarla yemekler yiyorum,
sohbet ediyorum, sobanın üzerinde kaynayan çaydan içiyorum...
Yüreği güzel, yüzü güzel insanlarla tanışıyorum.
Konuşma aralarında bazısı abla, bazısı teyze oluyor,
kendi elleri ile köy yemekleri pişiriyorlar.
Ben...
Ben bazen kendi sessizliğimde,
bazen onlarla uzun uzun konuşmalarımda;
bazen evlat hasretlerini dinliyorum,
bazen genç yaşta kaybettikleri eşlerine, küçük kalan yetimlerine üzülüyorum,
bazen geçmiş anılarını dinliyorum...
Aylardır evden çıkmayan ben ne de çabuk uyum sağlıyorum herşeye
alışveriş yaptığımız marketin yerini,
pazarının öğreniyorum, çarşı içinden akan deresini iziliyorum...
Sabah ezanında kalkmayı, güne erken başlamayı öğreniyorum,
güneşin yükselmesine göre saati tahmin ediyorum.
Dağların tepelerinden aşağılara süzülen,
yer değiştiren, yavaş yavaş köyün üzerine gelen güneşi izlemeyi öğreniyorum.
Camın önünde ki divanda benimde yerim oluyor...
Soba yakıyorum mesela,
sobanın ateşinin söndürmemeyi öğreniyorum,
maşa ile ateşini karıştırmayı,
sabahın beşinde sobada sönmemiş ateş bulunca sevinmeyi,
çalıları sobaya sığacak küçüklükle kırmayı öğreniyorum,
belki aylar önce kırılıp yakacak olarak ayrılan fındık dalları
beni mi bekliyordu peki.
Herşey sanki ayarlanmış gibi...
Ben hayatımda görmediğim kadar yeşillikler arasında,
bazen yağmurlu, bazen güneşli günlerde
bir kaç günlüğünede olsa belki bir daha gidemeyeceğim
o yerlerde kendimden izler bırakıyorum.
Hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum...
oturduğu koltuktan dahi kalkmayan ben...
Aylar sonra aldığım davetle upuzun yolculuklara çıkıyorum.
Dağların, sislerin arasında saklanmış bir köye gidiyorum.
Daha önce hiç görmediğim insanlarla yemekler yiyorum,
sohbet ediyorum, sobanın üzerinde kaynayan çaydan içiyorum...
Yüreği güzel, yüzü güzel insanlarla tanışıyorum.
Konuşma aralarında bazısı abla, bazısı teyze oluyor,
kendi elleri ile köy yemekleri pişiriyorlar.
Ben...
Ben bazen kendi sessizliğimde,
bazen onlarla uzun uzun konuşmalarımda;
bazen evlat hasretlerini dinliyorum,
bazen genç yaşta kaybettikleri eşlerine, küçük kalan yetimlerine üzülüyorum,
bazen geçmiş anılarını dinliyorum...
Aylardır evden çıkmayan ben ne de çabuk uyum sağlıyorum herşeye
alışveriş yaptığımız marketin yerini,
pazarının öğreniyorum, çarşı içinden akan deresini iziliyorum...
Sabah ezanında kalkmayı, güne erken başlamayı öğreniyorum,
güneşin yükselmesine göre saati tahmin ediyorum.
Dağların tepelerinden aşağılara süzülen,
yer değiştiren, yavaş yavaş köyün üzerine gelen güneşi izlemeyi öğreniyorum.
Camın önünde ki divanda benimde yerim oluyor...
Soba yakıyorum mesela,
sobanın ateşinin söndürmemeyi öğreniyorum,
maşa ile ateşini karıştırmayı,
sabahın beşinde sobada sönmemiş ateş bulunca sevinmeyi,
çalıları sobaya sığacak küçüklükle kırmayı öğreniyorum,
belki aylar önce kırılıp yakacak olarak ayrılan fındık dalları
beni mi bekliyordu peki.
Herşey sanki ayarlanmış gibi...
Ben hayatımda görmediğim kadar yeşillikler arasında,
bazen yağmurlu, bazen güneşli günlerde
bir kaç günlüğünede olsa belki bir daha gidemeyeceğim
o yerlerde kendimden izler bırakıyorum.
Hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum...
Türkülerden Bir Fal Tuttum
Köydeyken uzun kış günlerinde ve bitmez tükenmez akşamlarında
tek eğlencemiz radyo olurdu...
Gündüz çeşit çeşit programlar dinler,
soğuk havaya rağmen dışarda vakit geçirirdik ama,
biz çocuklar için kış akşamları çekilmez bir hal alırdı.
Annem, bizi oyalamak için türlü türlü meşgaleler bulur
bir yandan tek parmak eldivenimizi örerken bir yanda da
bazen masal, bazen kendi çocukluğunu anlatır,
bazen bilmece sorar, bazen kendi oyunlar icat ederdi...
Evin bir köşesinde; O divanın üstünde bizse bazen etrafında,
bazen sobanın hemen yanında o zamanlar kocaman görünen odamızda
herkes bir yerlere dağılmış kulağımız onda, sesi ile türlü hayallere dalardık...
Annemin masalları, bilmeceleri tükenince ise imdata yine evin bir ferdi olan radyo yetişirdi.
Annem çıkan türkü programlarından yeni bir oyunlar icat eder,
yine bizi oyalamaya çalışırdı.
Bazen sıradaki türküyü tahmin etmeye çalışır,
ençok da sıradaki türküyü kendi şansımıza seçerdik.
Sıradaki sevdiğimiz türkü çıkarsa sevinir,
şayet sevmediğimiz türkü ise diğerlerinin dalga geçmeleri ile çoğu zaman ağlar,
kavga çıkarırdık...
Bu böyle hemen her akşam tekrarlanır,
gecenin geç saatlerinde ya programan bitene kadar,
ya radyonun pilleri bitene kadar,
ya da bizim evin her bir yerinde uyuyana kadar devam ederdi...
tek eğlencemiz radyo olurdu...
Gündüz çeşit çeşit programlar dinler,
soğuk havaya rağmen dışarda vakit geçirirdik ama,
biz çocuklar için kış akşamları çekilmez bir hal alırdı.
Annem, bizi oyalamak için türlü türlü meşgaleler bulur
bir yandan tek parmak eldivenimizi örerken bir yanda da
bazen masal, bazen kendi çocukluğunu anlatır,
bazen bilmece sorar, bazen kendi oyunlar icat ederdi...
Evin bir köşesinde; O divanın üstünde bizse bazen etrafında,
bazen sobanın hemen yanında o zamanlar kocaman görünen odamızda
herkes bir yerlere dağılmış kulağımız onda, sesi ile türlü hayallere dalardık...
Annemin masalları, bilmeceleri tükenince ise imdata yine evin bir ferdi olan radyo yetişirdi.
Annem çıkan türkü programlarından yeni bir oyunlar icat eder,
yine bizi oyalamaya çalışırdı.
Bazen sıradaki türküyü tahmin etmeye çalışır,
ençok da sıradaki türküyü kendi şansımıza seçerdik.
Sıradaki sevdiğimiz türkü çıkarsa sevinir,
şayet sevmediğimiz türkü ise diğerlerinin dalga geçmeleri ile çoğu zaman ağlar,
kavga çıkarırdık...
Bu böyle hemen her akşam tekrarlanır,
gecenin geç saatlerinde ya programan bitene kadar,
ya radyonun pilleri bitene kadar,
ya da bizim evin her bir yerinde uyuyana kadar devam ederdi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)