Daha on iki on üç yaşlarındayken yaz tatillerinde annem ve arkadaşımın
annesi bize el işi yapmayı öğretmişti.
Başta tatillerde sıkılmayalım, vakit geçirelim diye başladığımız bu uğraş
daha sonraları bizim en güzel hobimiz olmuştu.
Her yaz tatilinde öğrendiğimiz el işini biraz daha geliştirip,
daha zor işler yapmaya başlamıştık.
Önceleri renk renk iplerle basit danteller, oyalar yaparken
daha sonraları etamin işleri, daha zor danteller, örgüler yapar olmuştuk.
Örneklerimizi artık kendimiz 'çıkarır'
takıldığımız bir yerde birbirimize yardım eder olmuştuk.
Arkadaşım annesi köyde doğmuş,
büyümüş genç kızlığı köyde geçmişti.
Bazen ona bir şeyler sormaya gittiğimizde bizim elimizde ki
renkli iplere dalar gider, belli ki zor şartlarda hazırladığı kendi
‘çeyizi’ gelirdi aklına.
Sandıklarda sakladığı, gözü gibi baktığı çeyizi...
Henüz genç bir kızken yaz kış demeden sabah namazında kalkıp
önce tarlaya çalışmaya gider, sonra güneş biraz yükselince bu defa da
bahçelerinde çapa yaparmış.
Güneş battıktan çok sonra eve gelirdik derdi.
Eve gelince de yemek ve evin diğer işlerinde annesine yardım eder,
sonra herkes uyuduktan sonra o zamanlar kullanılan ‘idare lambası’
ışığında kendisine ‘çeyiz’ yaparmış.
Bazen babaannesi ‘gazı harcama’ diye kızdığında onu söndürüp
odun ateşinin aydınlığında devam edermiş.
O ateşin aydınlığında gece yarılarına kadar uykusuz kalarak,
kim bilir hangi düşlere dalarak iğne oyaları yapmış kendine.
Köydeki diğer genç kızlardan geri kalmamak için,
çeyizinde eksik kalmasın diye gece yarılarına kadar
uykuya tercih etmiş çeyiz yapmayı.
Ben o zamanlar yaptığı el işlerine şaşkınlıkla bakar,
o zamanın şartlarına göre nasıl böyle bembeyaz kaldıklarına,
tek bir lekenin olmamasına,
hele de bu ince zarif iğne oyalarının yarı karanlıkta yapılmış
olmasına iyice şaşırırdım.