...
Bir önce ki yazımda evi ev yapan
‘içinde ki ruhtur’ diye yazmıştım.
Bunu yazınca devamında acaba bir zamanlar kendimize ev yaptığımız
ama sonra zamanı gelince sessiz sedasız toplanıp çıktığımız evlerimiz de
acaba şimdi kimler oturuyor diye düşündüm.
Mesela öğrencilik yıllarımda ilk kaldığımız evimiz;
Odun sobası ile ısındığımız,
ev arkadaşım ile merdivenlerini yıkadığımız,
çatısına çamaşır ipi astığımız,
mutfak tezgahının başında bulaşık yıkadığımız,
penceresinin bir kısmına gazete kağıdı yapıştırdığımız,
ilk misafirlerimizi ağırladığımız,
eve gidemediğimiz hafta sonlarında penceresinden görünen
upuzun yola dalıp gittiğimiz,
bazen o yolun bize arkadaşlarımızı getirdiğini gördüğümüz,
arkadaşlarımız ile bazen ders çalıştığımız,
bazen saatlerce sohbet ettiğimiz,
ev dönüşlerinde hüzünlü sessizliğimize döndüğümüz,
balkon kapısının kilidi bozuk,
yan komşuda ağlayan bebeği duyduğumuz evimiz...
Sonra oradan taşındık
sessiz sedasız.
Perdelerimizi aldık, halılarımızı topladık.
Ben duvara astığım resimleri kaldırdım.
Pencere kenarına koyduğum aynayı,
pencere boşluğuna dizdiğim kitaplarımı aldım.
Son bir kez etrafa baktık,
anahtarını teslim ettik,
bizden hiçbir iz kalmadı orada,
uzun bir süre yabancı bir şehirde bize ev olan o bina
yine kendi sessizliğine, karanlığına döndü kısa bir süre için.
Sonra...
Sonra kim bilir belki bizden sonra yine bir öğrenci yerleşti oraya
belki yeni evlenen bir çift,
belki tayini yeni çıkmış bir memur,
bu defa onların sesi yankılandı odalarda,
onların kokusu sindi,
belki sandalyelerini bizim koyduğumuz yere koydular,
belki onlarda bizim gibi pencere önlerinde dalıp gittiler,
belki duvarların rengini beğenmediler,
belki onların perdesi daha büyüktü,
belki onlar çamaşırlarını çatıda kurutmadılar...
Ama onlarda o beton duvarları ev yaptılar kendilerine.