Köyde kadınlar ekmeklerini evlerde yaparlardı.
Dışarıdan ekmek almak diye bir alışkanlık yoktu.
Çünkü ancak ilçede ekmek satılırdı ve her gün ilçeye gitmek zordu.
İlçeye gidildiğinde ise fırınlardan yükselen o dayanılmaz kokuya
insanlar kayıtsız kalamazdı ve o beyaz ‘şehir’ ekmeğini alırlardı.
Özellikle biz çocuklar sabırsızlıkla beklerdik o ekmeği...
Yazın ekmeği saklamak zor olduğu için günlük pişirilmeye özen gösterilirdi.
Kışın ise bir hafta yetecek kadar pişirilir ve bayatlamadan uzun süre saklanırdı.
Tek seferde bu kadar ekmeği pişirmek çok zor ve uğraş gerektiren bir işti.
Bu yüzden köyün kadınları özellikle yakın komşu ve akrabalar
bu işi imece usulü yaparlardı.
Ekmek köyde yalnızca birkaç evde bulunan büyük ekmek fırınlarda pişirilirdi.
Bu yüzden haftanın belirli günlerinde büyük fırın yakılır,
sabah erkenden hamurunu hazırlamış kadınlarda gelir, herkes sıraya girerdi.
Sırasını bekleyenler kendilerinden öncekilere yardım eder,
ya hamur açar, ya ekmeği pişirir, ya da fırına odun atar
ama illaki imecelik gereği bir iş yaparlardı.
Fırın eğer her yerin kar kaplı olduğu,
tipinin inceden inceye yağdığı bir günde yakılmışsa çok güzel olurdu.
Fırının olduğu oda sıcacık olur, odanın tavanındaki pencereden sızan loş ışıkta
etrafa uçuşan un taneleri süzülür, etrafa yeni pişmiş ekmek ve odun ateşinin kokusu yayılırdı.
Arada çaylar demlenir, ekmekler taze tereyağı ile yağlanır,
tazen peynirlerle sofralar kurulurdu.
Odun ateşinden patatesler pişirilirdi...
Sonra ekmek leğenleri tek tek boşalır,
herkesin hamuru biter,
etraf toplanır, silinir,
bir daha ki buluşmaya hazır bırakılırdı.